Yiyecek ve içecek alanlarında restoran ve konaklama ve işletmelerine belirtilen konularda Osmanlı ve Türk mutfağı, Osmanlı saray mutfağı, Anadolu mutfağı, Akdeniz mutfağı, menü planlama, konsept belirleme, mesleki eğitim alanlarında uluslararası konumda has aşçıbaşı Ahmet Özdemir olarak;
Türk Edebiyatında Yemek
Ali Abbas Çınar
Türk mutfağı, uygarlık içerisinde özel bir öneme sahiptir. Türklerin tarih boyunca farklı coğrafyalarda, çeşitli devlet ve uygarlıklar kurmaları, değişik inanç sistemlerini kabul etmeleri, farklı toplum ve milletlerle bir arada yaşamaları ve yerleştikleri coğrafî bölgenin bitki örtüsünden yararlanarak yeni yemekler yapmaları mutfaklarının çeşitlilik göstermesinde önde gelen sebepler olmuştur. Hayvancılık, Türklerin tarihinin başlangıçlarından beri dayandıkları, en önemli ekonomik temeldir.
Buğday ise Türk ekonomisinin ikinci temelini oluşturur. Orta Asya Türklerinin gıdaları, buğday unu ile yoğrulmuş yağlı hamur işi, süt ve süt mamullerinden, at ve koyun etinden, içkileri kısrak sütünden hazırlanmış Kımız'dan ibaretti. “Buğday, arpa gibi ekinlerin ekilip biçilmesi, onlardan, un, ekmek yapılması uygarlık alanında oldukça ileri bir aşamayı gösterir”. Dîvan-ü Lûgât-it Türk'te yer verilen yemek ve yiyecekler, Türklerin çok eski tarihlerden beri buğday, arpa gibi ekinleri ekip biçtiklerini, bunlardan çeşitli ekmek, tatlı ve içkiler yaptıklarını göstermektedir.
Bu da değirmen, fırın, pişirmede kullanılan diğer kapların varlığını gündeme getirmekte, şehir hayatının gelişmişliğini göstermektedir. Şehirleşmenin olduğu yerde yemek kültürünün olmaması zaten mümkün değildir. Asya Türklerinin, hayvancılık yanında, büyük bir ziraat kültürüne sahip oldukları yabancı bilim adamlarınca da tespit edilmiştir.
Anadolu Türklerinin yemek kültürünü bu ortamdan tamamen soyutlamak doğru sonuçlar vermez. Türklerden önce Anadolu'da kurulmuş olan uygarlıkları öne sürerek “Anadolu'da böylesine eski bir tarım, bir yemek içmek geleneği olduğuna göre bu uygarlık ürünlerinin Asya göçleriyle bağlantısı yoktur.” biçimindeki görüşü kabul etmek mümkün değildir. Yapılan araştırmalar, Türklerin, çok önceleri yerleşik düzene geçtiklerini göstermektedir. Üstelik, yemek kültürü insanlık tarihi kadar eskidir.
Üretim tarzına ve coğrafyaya bağlı olarak, yemek ve yemek kültüründe değişmelerin olacağı muhakkaktır. Türklerin bazı boylarının göçebe hayatı tercih ettikleri bir gerçektir. Ancak; bu hayat tarzının da, yerleşik hayatı benimseyen diğer boylar veya milletler kadar ritüelleri ve yemek kültürleri vardır. Divan-ü Lügat-it Türk'te yer verilen yemek ve yiyecek adları ve yapımlarıyla Anadolu'da günümüzde de var olmaları, Türklerdeki yemek ve yiyecek geleneğinin Divan-ü Lügat-it Türk'ün yazıldığı tarihten çok daha eskilere dayandığının göstergeleridir.
Halk Şiirinde Dile Getirilen Yemek, Yiyecek ve İçecek Dünyası
Ülkemizde, halk şairlerinin yemek ve yiyecek destanları üzerine bazı çalışmalar yapılmıştır. Ancak, yapılan çalışmaların çoğu ya derleme halinde ya da belirli bir şair ve onun şiirinin incelenmesi şeklindedir.
Yemek, yiyecek ve içecek destanları, sözlü kültür ortamı eseridir. Oysa, bu eserlerin sadece az bir bölümünde güldürü unsuru vardır ve bu da şairin varmak istediği esas amaç değildir. Şair, yemek tercihini belirtirken protestosunu, duygu ve dileklerini de yansıtmakta, güldürürken düşündürmekte, çoğu kez sunulan bu zengin sofrada; şair, nakil veya dinleyiciler, Âşık Veysel'in şiirinde belirttiği gibi, “hayal pilavı” yemektedir
Günümüzden geçmişe doğru gidildikçe, bu tür destanlarda, yemeklerle beraber dinî veya tasavvufî unsurlara da vurgu yapıldığı görülmektedir. Sofra; öteden beri kaynaşma, birlik, dostluk, mutluluk ve barışın ifadesi olmuştur. Sofra açmak; paylaşma ve birlikteliğin öteki adıdır. Tarihî kaynaklarda, sofra tutmak; bir yere yerleşmek, orayı yurt edinmek anlamında kullanılmıştır. Sofraya, dolayısıyla yemek ve yiyeceğe yüklenen bu anlam, meyvelerle ilgili olarak da inanç dünyasında yerini almıştır:
Kırklar ceminde engür ezildi
Ezen de ezdiren de Ali’dir Ali (Bosnevi)
Kırkların ezdiği engür suyundan
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver (Sefil Hüseyin)
Şiirlerde adı geçen peygamber, inanç önderi, padişah veya kahramanlar şunlardır: Âdem (Hz Âdem), Ali (Hz. Ali), Hacı Bektaş Veli, Hasan (Hz. Hasan), Hüseyin (Hz. Hüseyin), Havva (Hz. Havva), Hızır (Hz. Hızır), İsa (Hz İsa), Lokman Hekim, Muhammed (Hz Muhammed), Murad Han, Musa (Hz Musa), Nuh Nebi (Hz. Nuh), Rüstem (Zaloğlu Rüstem) Süfyan (Ebu Süfyan), Süleyman (Hz. Süleyman).
Türklerin binlerce yıllık yemek ya da sofra kültürü belirli davranış kalıplarının oluşum ve gelişimini de doğurmuştur.Yemeğe besmele ile başlanması ve yemek sonunda, verdiği nimetlerden dolayı, Tanrı'ya dua edilmesi İslamiyet'ten sonra Türk kültür hayatı içerisinde yer almış davranış kalıplarındandır. Ancak bu davranışın Türklerin eski hayatlarındaki ritüellerden etkiler taşımış olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Bu tür davranış kalıplarının destanlara da yansıdığı görülmektedir:
Besmeleyle başlar yemek
Verilür sofraya emek
Tazece pişer mercimek
Ya Hacı Bektaşı Veli (Korkusuz Abdal)
Bismillahla edin niyet
Otlu peynir açar davet
Tandır paça cana kuvvet
Doslar gelin soframıza (Âşık Ahmet Poyrazoğlu)
Doyunca şükür ya Rab diyesin
Halil bereketi var soframızın (Feymanî)
Şair, şiirine girişte hayaline getirdiği yemekleri gerçekten yiyecekmiş gibi “Besmele” ile birlikte dile getirmekte ve şiirinin sonunda da Tanrı'ya şükredilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu anlayış başka şairlerimizde de görülmektedir:
Şeref der ki soframız da var olsun
Hak yetirsin Yaradanım yâr olsun
Herkes çok çocukla beraber olsun
Allah’a şükredip doymak isterim (Âşık Şeref Taşlıova).
Bütün nimetleri saydım adıyla
Yemek kısmet olsun ağız tadıyla (Rüştü Büngül)
Yemeğin sonunda, özellikle yas vb. belirli bir amaç için toplanılmışsa, dua edilmesi geleneği halk arasında yaygın bir davranış kalıbıdır ve bunun da sevap olduğuna inanılır. Sofra sonunda yapılan dualar manzumdur:
“Bismillahirrahmanirrahim
Bu sofra nur olsun
Gada bela dur olsun
Yiyene afiyet olsun
Gazanıp getirene beytullah nasip olsun
Daşa dökülmeye
Arta eksilmeye
Bu eve yoksulluk girmeye
Lillahil fatiha”
veya
“Allah Allah
Lokmalar kabul ola
Muratlar hasıl ola
Yiyene helal ola
Yedirene delil ola
Cennet taamı ola”
biçimindeki sözler bunun çok küçük örnekleridir.
Bir başka davranış kalıbı da tabağın dibinin sıyrılmasıdır. Bunun toplumsal ve ekonomik sebepleri vardır, dinî temellere de bağlanır. Tabaktaki yemeğin bitirilmesi, ziyan edilmemesi sünnet olarak değerlendirilir. Yemeğin yenilmeyip tabakta bırakılması günah sayılır.
Bir arada, topluluk halinde yemek yeme alışkanlığı da Türklerin özelliklerinden biridir. Bayram, düğün, ölüm v.b. özel günlerde (eskiden yuğ törenlerinde) toplu halde yemekler yenilmektedir. Şiirlerde hayatın bu gerçekliği de yer almaktadır:
Bir davet tertibi kurduk bir vakit
Onbeş kadar ehl-i irfanımız var
Hepimiz bir yere cem olduk amma
İçimizde çok yer yaranımız var (Âşık Nahifi)
Misafire aluçalı eşgili
Çoh mahbula geçtiğini büliyem (Aleattin Sağ)
Destancı, destanına girişte, ya davranış kurallarıyla söze girer ya da çevresinde, yöresinde, ülkede bilinen yemekleri ifade eder, en çok da kendi tercihini dile getirir. Yemeğe çorbalarla başlanması, daha sonra ana yemeklere geçilmesi, en sonunda ise tatlı yenilmesi, çay ya da kahve içilmesi genel bir kural olarak belirtilir. İlk dörtlüğünde
Yemeklerin tarifini edeyim
Allah’ın sayısız nimetine bak
Evvel ayran aşı gelir ortaya
Doldur kaşığını lezzetine bak (Âşık Murat Çobanoğlu)
diyen Âşık Murat Çobanoğlu, son dörtlüğünde ise Tanrı’ya, verdiklerinden ötürü şükretmektedir:
Murat Çobanoğlu söyledi destan
Baklava kadayıf son oldu nişan
Bizlere bunları verdi Yaradan
Yüce Hakk’ın sonsuz kudretine bak (Âşık Murat Çobanoğlu)
Benzeri kültür birikimi başka şairlerimizde de vardır:
İlkin çorbalardan başlayıp söze
Birer birer tarif edeyim size
Misafir olmaya gelseniz bize
Sizin arzunuza uymak isterim (Âşık Şeref Taşlıova)
Türlü nanı niğmet suyu yanında
Evvelâ sofrada aştı dediler (Âşık Murat Yıldız)
Çok meşhurdur bizim yemeklerimiz
Size adlarını saymak isterim
İnşallâh boş olmaz emeklerimiz
Hüneri sofraya koymak isterim (Âşık Şeref Taşlıova)
Kanmıyasın bol çeşidin kastına
Az yemeyi öğüt eyle dostuna
Kahve gelsin yemeklerin üstüne
İçen ahbaplara afiyet olsun (Şemsi Yastıman)
Poyrazoğlu kur sofrayı
Dua ile an Mevlâyı
Hazırdır semaver çayı
Dostlar gelin soframıza (Âşık Ahmet Poyrazoğlu)
Şairler, şiirlerinin başında çeşitli söz ustalıklarıyla dinleyicileri şiirde sunulan hayal dünyasının atmosferine hazırlamakta, onları bu dünya içerisinde dolaştırmaktadırlar. Bu masal veya hikâyelerde görülen tekerleme/girizgâhları andırmaktadır. İşte birkaç örnek:
Yemeğin hayali geçti gönlümden
Bütün çeşitleri nur soframızın (Feymanî)
Takdir tecelliden erzak diledik
Vardık çar köşeyi devran eyledik
Bir mezat açıldı yemek içinde
Vardık ol mezatta cevlan eyledik (Bayburtlu Celalî)
Ya İlahi kapundan birkaç dilek dilerem
Hele şindüki sözüm cengüm var bogazile (KaygusuzAbdal)
Olur mürde iken yeniden ihya
Bağlar şükufesi olmaya peyda
Budur Kudretullah destan-ı meyva
Daim yoktan verir Yezdanımız var (Konyalı Şem’î,)
Şiirlerin sonunda kullanılan beyit ve dörtlüklerde ise, yine bazı anlatım türlerinde rastlanan tekniğe başvurulur; rüya alemine daldırılan dinleyici, uykudan uyandırılır, gerçeğe döndürülür:
Cümle kelam hep fani vefası yok dünyanın
Ey Kaygusuz fenaya aldanmagıl lağ ile (Kaygusuz)
Reyhanî’ye rüya görmüş diyerler
Haşıl yapar ortasını oyarlar
Sofranın sonuna pilav sayarlar
Bizim Erzurum’un hoş yemekleri (Âşık Reyhanî)
Mışıl mışıl uyurdu minderinde Mestan’ım
Tazelendi dertlerim burda bitsin destanım (İhsan Coşkun Atılcan)
Rençberlik dediğin helal nafaka
Gel Ruhsatî çöreği çek kırağa (Ruhsatî)
Bazı şairlerimiz yiyecek bulamamaktan, istediği yemeği yiyememekten dolayı konuya eleştirici bir tavırla yaklaşmaktadırlar:
Gönül kahvaltıyı irtikap eder
Üzerinde şeker kaymak bulunmaz
Elli gündür perhiz altmışa gider
Allâh'a şükür dedik doymak bulunmaz (Âşık Fahrî)
İhsan Coşkun bu bolluk destanlara sığar mı,
Al fileyi gir kuyruğa bak bakalım yağ var mı (İhsan Coşkun Atılcan)
Biraz unumuz olsa börek, çörek çok güzel
Yağ lazım, peynir lazım, nerde bulak müptezel (Âşık Reyhanî)
Âşık Ali Çatak askerde yediği yemeklerden şikayetçidir. Bu duygularla söylediği destanda,
Çatak'ın sözüne kimse gülmesin
İçimde sitemi deşmek isterim (Âşık Ali Çatak)
diyerek intizarının sebebini dile getirir. Konyalı şair Muzaffer Hamit konuya ekonomik yeterlilik açısından bakmaktadır:
İstanbul'un nimeti Konya'dan çoktur
Şişkinse cüzdanın sana yok yoktur (Muzaffer Hamit).
Şairlerin eserlerinde kış günleri için hazırlanan yiyecekler de ele alınır. Erzurumlu şair İhsan Coşkun Atılcan’ın “Kilernâme” adını taşıyan eseri, konu hakkındaki en önemli destanlardandır. Bu destanda, sadece kış için hazırlanan/kurutulan yiyecekler değil, bu yiyecekleri koruma, saklama ve kurutma yöntem ve yeri hakkında da değerli bilgiler verilmektedir. Buna göre uzun Erzurum kışı için hazırlanan yiyecekler kilerlerde depolanır.
Erişteler, sandıklarda; yüzlerce kiloluk un, tahta ambarlarda tutulur; yeşil soğan, düğümlenmiş olmak kaydıyla, sırıklara asılır; cicil peynir tuluklara basılır; sarı yağ (tereyağı) eritilir, kazanlara konulur; yıldız kökü (yer elması), pürçikli (havuç), kartol (patates) ve şalgam kuyuda saklanır; kavurma ve kıyma tenekelere basılır;
çeşit çeşit turşular küplere konur; fasulyeler, torbalara konulmak üzere çivilere asılır; lahanalar, kuyruğundan tutturulmak üzere tavanlara asılır, böylece yiyeceklerin bozulmaması; yeşil soğan, lahana, havuç, patates ve şalgamın taze kalması ve gövdesindeki suyun azalmaması sağlanır. Dikkati çeken en önemli nokta her yiyeceğin başka yöntemlerle taze kalmasını veya bozulmamasını sağlamaya yönelik uygulamaların varlığıdır.
Şiirlerde sağlıklı beslenmenin gereğine de değinilir. Aşırı yemek yemenin zararları belirtilir. Dikkat edilmesi gereken hususlar dile getirilerek öğütlerde bulunulur:
Kâmiller karnın fazla doyurmaz (Feymanî)
Tansiyonu düşen tuzlu ayran içer
Çünkü hayat yolu mideden geçer (Feymanî)
Çayı günde birkaç bardak içmeli
Fazlası hatadır tez vaz geçmeli
Her hususta kanaati seçmeli
İsrafta sinirler geçer isyana (Habil Sefilî)
Şairler; sabah, öğlen ve akşam öğünlerinde, özellikle yenmek istenen yemekleri de şiirlerinde yansıtırlar. Kahvaltıda en çok çorba ve börek istenir. Tatlının tercih edildiği de olur. Destanlarda 40’tan fazla çorba adı geçmektedir: Ayran çorbası, arap çorbası, boşbaş aşı (bozbaşı/ boz aşı), bulama/bulamaç, çağla aşı, döğme/dövme aşı, düğü/düğürcük aşı, düğün çorbası, ekmek aşı, erişte çorbası, ezogelin çorbası, hamit aşı, helise (herise), helim aş, herle, hörre aşı, işkembe çorbası, katıklı çorba, kelle paça, kenger aşı, kesme çorbası, kulak çorbası, kurut aşı, makarna çorbası, maş çorbası, paça çorba, papara, patates çorbası, peskütan çorbası, pirpirim /pürpürüm aşı, pitpit / pitpiti aşı, sütlü çorba, tarhana çorbası, tavuk çorbası, tırşık çorbası, toyga çorbası, tutmaç aşı, un çorbası, yarma aşı, yayla çorba, yüzük çorbası.
Bunlardan bazıları birbirinin benzeri gibi görünüyorsa da pişirilme ve katkı malzemeleri bakımından yöreden yöreye farklılık göstermektedir. Bütün bunlar çorbalara olan eğilimi göstermektedir. Terbiye edilmiş, sirke ve sarmısak konulmuş paça, sevilen çorbaların başında gelmektedir. İşkembe çorbasının adı, paçaya göre daha az geçmekte, bazen olumsuz tercih bile almaktadır. Tahıla dayalı çorbalardan tarhana ve döğme çorbası çok sevilmektedir. Bunlardan tarhananın sevilmediği de olur. Halk şairlerinin büyük bölümünün köylü olması, yapılan tercihin en büyük sebebi olarak görülmektedir:
Evvela yürüttük baştan çorbayı
Sarımsakla terbiye olmuş paçayı (Konyalı Şerife Soykan,)
Sabahleyin çorba mideyi bozmaz (Feymanî)
Sabah kahvaltısı bir tepsi börek (Âşık Figanî)
Kadayıf kahvaltı kaz da öğlene (Ruhsatî)
Sabah kahvaltısında börek yeme alışkanlığı, günümüzde, şehirlerimizde pastahanelerde yerini almış bulunmaktadır. Çorba ve tatlı alışkanlığı da devam etmektedir
Destanlarda tercih edilen yemek ve yiyeceklerle birlikte, yemek yapımını açıklayıcı tanımlara da rastlıyoruz. Konyalı Şerife Soykan, kadın olmasının da etkisiyle yemek yapımını şiirinde iyi işleyen şairlerdendir. Mızarlı Mehmet, Âşık Ali Çatak da eserlerinde bunu başarılı bir biçimde yansıtır. Yemek tarifleri verilirken Türk insanının damak zevki, tatlandırıcılara olan düşkünlüğü de açık bir şekilde belirtilir:
Katmeri ince aç yağın sakınma
Sakın ona haşhaş yağı kullanma (Konyalı Şerife Soykan,)
İnce etten olur hem de çullama (Konyalı Şerife Soykan,)
Domatesle pişirmeli bamyayı (Konyalı Şerife Soykan,)
Bismillahla kenarından tutarsan
Baharatın yeterince atarsan
İçine cevizle fıstık katarsan
O içli köftemiz ne de hoş olur (Âşık Mehmet Yılmaz)
Nohutları önce suya yayarlar
Zencefille sarı kökü döverler
Koyun etiyle sofraya koyarlar
Yiyende bozbaşın kısmeti güzel (Âşık Erzade Kapan)
Haşıl yarıma ile pişer durulur
Kenara kurut ortaya yağ vurulur (Âşık Şeref Taşlıova)
Ramazan bayramı gelsin de hele
Pirinci ince döv güzel yuvala
Taraklıktan eti geçerse ele
Sen bizim Antep’in köşesine bak (Âşık Mehmet Yılmaz)
Hingeli et ile haşlarlar suda
Ne hoş olur amma yağlı hasude (Âşik Ali Rahmanî)
Göğnün neşe alıyor bunları söylemekten
Ah bir çorba olaydı soğanlı mercimekten (Aşık Reyhanî)
Şu beş baharattır bizce muteber
Çemen, tarçın, kimyon, sarımsak, biber
Lokman’ın ruhundan getirir haber
Eti, tuzu cemi tümü pastırma
Bunlar macun olur kıvama girer
Usta bunu etin yüzüne sürer
Satışa arz olur kıymete erer
Dilde destan olur gezer pastırma (Âşık Ali Çatak)
Etli hangel sarımsağı bol olsun
Üstüne de koyun yoğurdu gelsin (Âşık Şeref Taşlıova)
Soğanlı biberli reyhanlı dolma (Bayburtlu Celalî)
Yemeği ya da yiyeceği tercih etme imkanı bulan şair, konuya sadece “karın doyurma” açısından yaklaşmamakta, damak zevkine uygun olanları seçmektedir. Bir yemeğin olması, yanında zevkle yenilebilecek diğer yemekleri çağrıştırmaktadır.
Bir arada tercih edilen yemek ya da yiyeceklere bakılacak olursa bunların da kültürel bir davranış kalıbı halini aldıkları anlaşılacaktır. Bu tercih sadece şairin birey olarak tercihi değildir. Şair, doğup büyüdüğü kültürün sözcüsü durumundadır. Pilav ile hoşaf, fasulye ile turşu, makarna ile yoğurt vb. bir arada tercih edilir:
Ispanağı yoğurt ile katmalı (Âşık Fahrî)
Boğaçayla kebap gelse yanıma (Âşık Figanî)
Her gün çıkarsalar pirinç pilavı
Sakının hoşafsız olmasın yanı (Aşık Ali Çatak)
Bize bin mut pirinç virse Murad Han
Dahı on bin koyun bile yemeğe (Kaygusuz)
Temiz temiz yoğurt şifa sayılır
Yanında yakışır yağlı makarna (Habil Sefilî)
Sıralansa yemeklerin alayı
Bulgur pilavıdır başı yemeğin (Âşık Ali İlhami)
Etli patatesli sulu yemekler
Bulgur pilavını yanına ekler
Hoşaf da olursa daha kim bekler
Ben yerken sen konuş ülfetine bak (Âşık Murat Çobanoğlu)
Ağır olur lahanın dolması
Midenin ilâcı et haşlaması
Eğer yanındaysa onun babası
Sütlü aşını ye rahmetine bak (Âşık Murat Çobanoğlu)
Bazı yemek veya yiyecekler; yer, boy ya da millet adına bağlı olarak ünlenmişlerdir. Pek çok destanda bunun örnekleri görülür. Bunlar, Âşık Veysel'in şiirinde de örneklerini bulur. Şiirde geçen Amasya elması, Erzurum kaymağı, Dörtyol portakalı, İzmir kuşüzümü, Konya buğdayı, Trabzon fındığı vb. yemek ve yiyecekler, bir bakıma, belirtilen yer adlarıyla da özdeşleşmişlerdir.
Günümüz halk şairlerinden Halil Karabulut’un destanında da Kayseri sucuğu/pastırması, Malatya kaysısı, Ordu/Giresun fındığı, Amasya elması, Rize çayı, Antep/Maraş pekmezinin adı özellikle belirtilmektedir. (Âşık Halil Karabulut, Halıcı 1990: 73-74) Âşık Yener’in eserinde; Erzurum çeçil peyniri, Tortum pestili, Tekman loru, İspir dutu, Maraş dondurması, Mersin üzümü, Andırın balı, Tortum şiş kebabı v.b. Türkiye veya bölgesindeki ünlü yemek ve yiyecekleri belirtmek yanında, aynı destanda, Türkiye coğrafyası dışına da çıkmakta, bunların Türkiye dışındaki örneklerini vermektedir:
Ravan meyvesi, Ahıska elması, Gence narı, Mekke/Medine hurması, Yemen kahvesi. (Âşık Yener, Halıcı 1990: 31-33) Ramazanname’de de benzeri yemek veya yiyeceklerin adları görülür. Bunların başında; Girit/Kuşadası balı, Antep pekmezi, Sakız limonu/turuncu, Dimyat pirinci, Şam kaysısı, Amasya eriği, Ayasofya çöreği, Çorlu kaşkavalı yer alır. (Çelebioğlu, Ramazanname: 51-52) Yer adına bağlı olarak dile getirilen bir başka şiir Konyalı Muzaffer Hamit'indir. (Evren 1953: 671-672) Şair, 1927 yılında yazdığı bu şiirde, İstanbul'un yer adlarıyla ünlü tatlıcı ve börekçilerini belirtmektedir. Diğer şiirlerde de yer adına izafe edilerek dile getirilen ünlü yiyeceklerden söz edildiği de olur:
Buhara pilavı bir başka nimet (Muzaffer Hamit)
Kayseri pastırması nam cihana (Âşık Hüseyin)
Vakıftır Aydın'ın kür kestanesi (Muharrem Usta)
Mısır horozunun her yanı yağlı (Âşık Figanî)
Destanlardan, ana yiyecek maddesinin tahıl olduğu anlaşılmaktadır. Ekmek ve türleri ile hamur işlerine eğilim oldukça fazladır. Bunda tarıma dayalı ekonomik yapının etkisi vardır. Şiirlerde geçen açma, bazlama, bişi, börek (fincan böreği, puf böreği, su böreği, tatar böreği), çörek, ekmek (buğday ekmeği, dürüm, fetir, francala ekmeği, kıtırık ekmek, küt/künt ekmek, lavaş ekmeği, mısır/darı ekmeği, patates ekmeği, yufka ekmek, somun ekmeği), gevrek, kaçamak, kete, kirde, lahmacun, pide, pişi/bişi, poğaça, sıkma, yağlama vb. tahıl ürünleri, ekmeğin Türk beslenme sisteminin en önde gelen yiyecek maddesi olduğunu göstermektedir. Şairler, ekmeksiz bir sofrayı düşünmezler:
Yumuşak somun olmayınca başlamam (Konyalı Şerife Soykan)
Elma emruda kim bakar
İlla somun olsa somun (Kaygusuz, Gökyay)
Mahalleye girerken taze ekmek kokardı
Ah o lavaş ekmekler ne ekmekler vardı
Anam yastık yüzünden yapar idi rapata
Küt, düşük, kıtırige koparırdık şamata (Âşık Reyhanî)
Hamur işi olarak bilinen babuko, düğürcük, erişte, haşıl, hıngel/hengel, keşkek, makarna, mantı, tutmaç, babuko, herise vb. yemeklere şiirlerde sıkça değinilmesi Türk insanının hamur işi yemeklere tercihini gösteriyor. Ancak bu yemekler tercih edildiğinde de bazı özellikler aranıyor:
Eğer südü biraz bolca olursa
Haşılın derdinden deli olıyam (Alealtin Sağ)
Destanlarda onlarca pilav adı geçmektedir: Acem pilavı, baca pilavı, Buhara pilavı, bulgur pilavı, erişte pilavı, etli pilav, firik pilavı, makarna pilavı, meyhane pilavı, Özbek pilavı, pirinç pilavı. Öncelikle tercih edilen pilavların başında pirinç pilavı yer alır. Bulgur pilavının adı, pirinç pilavına göre daha az geçmektedir. Pirinç zenginliğin, bulgur fakirliğin ifadesi olarak nitelendirilmektedir. Pirinç pilavından söz edilirken abartmalı söyleyişlere de girilmekte, genelde dağa benzetilmektedir. Pilavın yanında hoşaf ya da et olması tercih sebebidir:
Etli pilav başımın tacı (Aşik Ömrî,)
Pilavdır dinin direği (Çelebioğlu)
Pirinç pilavına sabrım zayıfdur
Gaşuhlu gaşuhsuz heman dalıyam (Aleattin Sağ)
Ziron (siron, silor, sireron), kaygana, kuymak, fasulye ve nohut tercih edilen diğer yemeklerdir. Fasulye ve patates yemekleri olumlu olduğu gibi, olumsuz da tercih edilmektedirler. Tercih edilmeyen yemeklerin başında; harşo, kelecoş, bulamaç ve papara gelmektedir. “Papara yemek” deyiminin sevilmeyen bu yemekten dolayı ortaya çıktığı anlaşılmaktadır:
Sevilmeyen varsa o da papara
Görünce içerim hep olur yara (Âşık Ali Çatak)
Destanlarda, hamur işi yemeklerden de fazla et ve etli yemekler yer almaktadır. Et ve ete dayalı yemekler şairlerin sofrada olmazsa olmaz ana besin kaynağıdır. Kuzu, keçi, güvercin, piliç ve kaz eti en çok tercih edilendir. Bunlardan yapılan kebaplar, kızartmalar, dolmalar Türklerin bugün olduğu gibi geçmiş kültürlerinin de izlerini taşımaktadır. Kebapların yaygınlığı, et ve etli yemeklere olan eğilimin yoğunluğu ekonomik olduğu kadar, kültürel mirasın göstergesidir.
Büryan kebabı, orman kebabı, şiş kebabı, balık, bıldırcın kebabı, güvercin ve piliç kızartma, tavuk dolması, köfte, rosto, et yahni, haşlama ve diğer et ya da etli yemekler tercih edilenlerin başında gelir. Et ve et yemeklerinin bütünü sevilmektedir.
Bunlardan; azman eti, bıldırcın eti, buzağı eti, culluk (hindi) göğsü, çebiş eti, dana eti, deve eti, erkeç eti, et haşlaması, et sote, filik eti, hindi eti, horoz eti, kaz eti, keklik eti, kurumuş et, kıyma, koç eti, koyun eti , kuşbaşı, kuzu eti, malak eti, muğal eti, oğlak eti, ördek eti, piliç eti, tavuk eti, tavşan eti, toka eti, turac eti; biftek, bonfile, bozartma, büryan, çerkez tavuğu, çevirme, çoban kavurma, doğrama, döner, güveç, haşlama, ızgara, iskender, kapama, kavurma, kıymalı soğan, koç yumurtası, kuşbaşı, kuşgömü, pastırma, pirzola, rosto, sakatat (böbrek, ciğer, koyun başı, kuzu başı/ kellesi, yürek), sucuk, süğleme, sümüt; etli kebap, ızgara ve kızartmalardan; Adana kebap, bıldırcın kebabı, büryan kebap, cağırtlak kebabı, ciğer ızgara, çömlek tava, domates kebabı, güvercin kebabı, keme kebabi, kuzu kebap, kül kebabı, orman kebabı, patlıcan kebabı, patlıcan tava, sac kebap, sebzeli kebap , sivas kebabı , soğan kebabı, süğleme, şiş kebap, tas kebap, testi kebabı, kızartma, güvercin kızartma, tavuk kızartma, keklik kızartma, kuzu kızartma vb. destanlarda adı geçen et ve etli yemeklerin varlığı ve tercihteki şiddetli arzu, ona olan ilginin en açık göstergesidir.
Balıklardan; hamsi, istavrit, ispari, izmarit, kadırga, kalkan, kefal, kılıç, lapina, levrek, lüfer, mercan, orkünoz, palamut, sardalya, tekir, timsah, torik, uskumru, uskuru, zargana balığının adı geçmektedir. Adı geçen balık yemekleri şunlardır: balık buğulama, balık ızgara, balık kapama, balık tava, dülger, hamsi (bulgurlu/ pilavlı, içli tava, kiremit kebabı, közde kebap, lazut pideli, papaz yahnisi, pilakide kızartma, salamura, sebzeli kaygana, soğanlı, suda haşlama, yağda kızartma, yumurta tavası). Balıklar içinde hamsinin on üç değişik şeklinden bahsedilmesi, ona olan ilginin de ifadesidir.
Sofranın vazgeçilmezleri arasında köfteler de yer alır: bulgur köfte, çiğ köfte, ekşili köfte, fırın köfte, içli köfte, kadınbudu köfte, kıymalı köfte, maltıhalı köfte, mercimek köfte, sulu köfte, süzek köftesi, şiş köfte, topaçlı köfte, yağlı köfte, yuvarlama. Dikkat edilecek olursa köftelerin çoğunun ana katkı maddesi yine ettir.
Sofraların vazgeçilmezleri arasında dolmalar da yer almaktadır: acur dolması, ayva dolması, bıldırcın dolması, biber dolma, domates dolma, elma dolması, kabak dolması, kuzu dolması, lahana dolması (lahana sarması), lor dolması, mumbar dolması, patlıcan dolması, soğan dolması, tavuk dolması, yaprak dolması (yaprak sarması).
Anadolu'nun coğrafik yapısı ve bu yapıya bağlı olarak değişen iklim şartları bitki örtüsünün de zenginliğini getirmektedir. Tabiatta değişik türde bitkinin yetişmesi bunlardan en iyi şekilde yararlanma imkanını doğurmaktadır. Buna paralel olarak yetiştirilen çeşitli sebzeler, sebze yemeklerinin çeşitliliğini artırmaktadır. Bu coğrafi zenginliğe rağmen şairlerimiz sebze yemeklerini tahıl ve et yemeklerine oranla daha az tercih etmektedirler. Bu durum, Doğu ve İç Anadolu Bölgesi'nde doğup büyüyen şairlerimizin şiirlerinde daha da belirginleşmektedir.
Tercih edilen sebze yemeklerinin başında; yaprak, lahana ve ayva dolması, yeşil fasulye, patlıcan, mıhla, börülce, bakla, bezelye, çiriş, enginar, ıspanak, kereviz, kabak, pancar, pırasa, karnıbahar vb. yemekler gelir. Bu yemeklerin bir çoğunun etli olması özellikle tercih sebebidir. Sivaslı Ruhsatî ve Bayburtlu Celalî; kabak, karnıbahar, lahana, pancar, pırasa ve bamyayı tercih ederler. Şair, tanıdık bildiği yemeği tercih etmekte, şiirinde onu yansıtmaktadır.
Bu tercihte, coğrafi şartların, bitki örtüsünün payı var. Destanda adı geçen bazı sebze yemekleri şunlardır: bakla, bamya (bamiye), barbunya, bezelye, biber, börülce/bürüce, borani, çiriş, devetabanı, domates, enginar, evelik, enginar, fasulye, göbelek ıspanak, imambayıldı, kabak, kapuska, karnıbahar/karbenet, karnıyarık, kereviz, kuskus, kuzukulak, lahana/kelem, lobiya, loglaz, madımak (madımalak), mantar, kızartma, marul, menemen (melemen/mıhla/mıhlama), musakka, nohut, pancar, patates (kartol), patlıcan (baldırcan/badılcan/balcan), pezik, pırasa, sebze kurutma, şalgam, tırşık, tirit, türlü, kartol yahnisi, nohut yahnisi, pancar yahni vb.
Domates, biber, soğan, sarmısak, tuz, tere, salça, sirke gibi tatlandırıcılar; yemeklerin yanında salata olarak sunulan çeşniler ve çeşitli ek besinler de şairlerin dünyasında yer alır: beyin sote, cacık, çemen, çörekotu, dereotu, et suyu, havyar, hedik, ısırgan, karabiber, karanfil, kavurga, kaymak, kekik, kısır, kızıl/kırmızı biber, kişmiş, kimyon, küncü, maydanoz, nane, pestil, peynir/pendir (avuz, çeçil peynir, civil peyniri, çökelek, kaşar, küp peyniri, lor, otlu peynir), pilaki, piyaz, reyhan, salça, salata, marul salatası, turp salatası, yumurta salatası, yeşil salata, sarı kök, sarımsak, semizotu, tere, sirke, soğan, sumak, tarçın, turşu (biber turşusu, lahana turşusu), tuz, yağ (haşhaş yağı, zeytin yağı, kaymak yağı, tere yağı), yoğurt, zencefil, zeytin vb.
Şairler; tatlandırıcı veya ek besine olan ilgisini şiirlerinde iyice belirginleştirir:
Köfteye yahuşur soğanın özü (Aleattin Sağ)
Yarpah dolmasına soğan keyifdür (Aleattin Sağ)
Şu beş baharattır bizce muteber
Çemen, tarçın, kimyon, sarımsak, biber (Âşık Ali Çatak)
Kaynatırız hevlücan, acı kök ve karanfil (Âşık Reyhanî,)
Soğan ve domates; et ve sebze yemeklerinde kullanılan tatlandırıcıların en çok tercih edilenidir. Yemeklerin, daha çok çorbaların, ekşili, sarmısaklı olması istenir. Yemeklerin yanında salata da olursa sofranın zenginleşeceği düşünülür.
“Tatlı ve tatlılarımızın adının geçmediği bir konu beddualardır. Sanırız bu da konunun tatsızlığından kaynaklanmaktadır.”. Tatlıların beslenmede, zevk unsuru olarak, insana itibar kazandırmada, toplumsal yaşantıda fonksiyonu olan bir yiyecek olduğu bilinmektedir. Tat alma duyusu içinde “tatlı, ekşi, tuzlu ve acı olmak üzere dört esas tat algılanır.” .
Şiirlerde; ete, tahıla ve sebzeye dayalı yemeklerde olduğu kadar, tatlılarda da tereyağının tercih edildiği anlaşılmaktadır. Bu, Türk mutfağının karakteristik yapısını yansıtmaktadır. Bunun yanında; yoğurt, süt, kaymak, yumurta v.b. hayvansal besinlere olan eğilim Türk mutfak kültürünün bir özelliğidir. Yemeklerde, tereyağı dışındaki yağların adının çok az geçmesi de şairlerin yaşadıkları bölge ve üretim tarzıyla doğrudan ilgilidir. Yemekler, genellikle yağlı olarak sevilir. Bu tercihin kökendeki yapıyla bağı vardır. Dünyaya, kelime olarak da yayılan kültür unsurlarımızdan biri de yoğurttur. Şiirlerde yoğurt ve buna bağlı olarak ayran sık sık geçmektedir. Ayran hakkında birçok şiirin bulunması eğilimin derecesini gösteriyor.
Şiirlerde kuru yemişlere de yer verilmiştir: badem içi, ceviz/koz, dut, fındık, fıstık, hurma, iğde, incir, kestane, kişmiş, leblebi.
Meyvelerin, sağlıklı beslenme, manevi doygunluk ve estetik açılarından sofraların vaz geçilmez unsurlarından oldukları bir gerçektir. Konyalı Şem'îve Ispartalı Seyranî'nin konu hakkında değerli eserleri bulunmaktadır. Diğer şiirlerin bir bölümünde de konu hakkındaki tercihler belirtilmiştir. Üzüm, kaysı, kavun vb. tek meyveyi esas alan destanlar da vardır. Destanlarda; acur, ahlat, armut, ayva, çağla, çiğdem, çilek, elma, erik, havuç, hıyar, hurma, karamuk, karpuz, kavun/divlek(hatunsaray, kaçak ömer, takkeli dağ), kaysı (çöloğlu, hacıhaliloğlu, hacıkızı, hasanbeyi, hüdayi, soğanoğlu, şekerpare), kızılcık, kiraz, koruk, kuşburnu, limon, mandalina, mısır, muşmula, muz, nar, palamut, portakal, şalgam, şeftali, turp, turunç, üzüm/engür (altıntas, azezi, beyüzüm, çavuş üzümü, dimnit üzümü, dökülgen, hora, horoz yüreği, hönüsü, kabarcık, karalık , ekşi kara, köfü kara, tosbağa karası, yörük kara, kızıl üzüm, kumla, kuş üzümü, künefi, misket üzümü, muslubey, nebide, övez, parmak üzümü, şam üzümü, sari besni, şehbaz, tilki üzümü / tilki kuyruğu, yerli üzümü), vişne, yemlik, yer elması/ yıldızkökü, zerdali vb. meyvelere yer verilir.
Günümüzde; yemeklerin hazırlanma/pişirilme yeri mutfaktır. Buzdolabında saklanan yemek ve yiyecekler tazeliğinden bir şey kaybetmemektedir. Geçmiş dönemlerde bu; kiler, kuyu, sandık, ambar vb. mekanlarda ve değişik koruma, kurutma yöntemleriyle sağlanmıştır. Destanlarda; kültür hayatının geçmiş yüzyılları ile günümüzde yer alan yemek, yiyecek, içecek, meyve ve sebzelere ilişkin koruma, saklama, tartı, hazırlama veya pişirme vb. araç ve gereçlerinin önemli bir bölümünün adı geçmektedir: arıstah, aşsüzen, ambar, bardak, barkaç, batman, bıçak, bohça, cağ, cendere, cer, çanak, çatal, çengel, çerağ, çini, çomak, çömlek, çuval, demlik, fıçı, fincan, guşhana, güveç, haranı/harar, havan/hevenk, kalbur, kap, kasa, kaşık/gaşuh, kavanoz, kazan, kalye, kile, kepçe, kersen, kıyye, kiler, kovan, köfün/köfüm, körük, kunduru, kuşkana, kuyu, külek, küp, lenger, mangal, masa, maşa, mut, mutfak, necer, ocak, okka, oklava, olta, ölçek, peşdamal, rapata, sac, sahan, semaver, sepet, sırık, sini, sitahan, şişe, sofra, tabak, tandır/ tennur, taraklık, tas, tava, tekne, tencere/tancara, teneke, tepsi, terazi, tuluk, yayık.
Yine bu destanlarda, sadece hazırlanan/pişirililen yemek, yiyecek veya içeceklerin değil, onları hazırlayan, pişiren veya satan meslek sahiplerinin de adına rastlarız: aşçı, aşçıbaşı, çırak, fırıncı, helvacı, kahveci, kasap, manav, muhallebici, ocakçı, paçacı, sütçü, şekerci, tatlıcı, tütüncü, usta, yemişçi vb. bunların başlıcalarıdır.
Fıkralar:
Türk edebiyatının yemek kültürüyle ilgili kısımları arasında fıkralar da özel bir yer oluştururlar. Halkın yemek ve mutfak kültürüne ince esprilerle yaklaştığı bu anlatı türüne yüzlerce örnek bulunmaktadır. Bunlardan birkaçını buraya veriyoruz.
Helvacı: Bir divane yalın, aç, bir habbeye muhtaç Bağdad şehrinde gezerken bir helvacı dükkanını badem helvası, ketenli helva, muhtelif tatlılar, halkalı ve kıvrımlı şekerler, börekler ve helvadan çöreklerle bezenmiş çeşit çeşit helvalarla süslenmiş, görür. Dayanamayıp içeri girer ve helvacıya: “Hey bilgili usta, aferin süsüne, sanatına ve maharetine! Allah mübarek etsin. Bunlar ne nazik lokmalar ve ne şirin yiyecekler,” deyip başını önüne eğerek helvadan yemeğe başlar.
Helvacı bakar ki, divane dükkanın kenarına oturur gitmez. Ve kendisine tatlı sözle, ha deyinceye kadar helvanın bir yanını götürür, insaf etmez. Helvacı: “Hey divane-i bigane, yeter söylediğin efsane, bir nice dinarlık helva yedin bahasını ver, kalanına ondan sonra gir!”
Helvacının sözü divanenin kulağına girmeyip, kendi aleminde, işine devam eder. Helvacı divaneye söz kar etmediğini ve divanenin tutumuna helva yetmediğini görünce eline bir sopa alıp divaneye birkaç kere vurur.
Divane başını kaldırıp: “Bu Bağdad ne büyük ve ne hoş şehirdir. İnsana zorla, döğe döğe helva yedirirler. Çare nedir, ne diyelim? Bari ölünceye dek yiyelim.”
Lami Çelebi , Latifeler
Mıgır'ın Dükkanı: Çarşıkapısında, Kılıççılar içinde, bir zamanlar Mıgır adında meşhur bir aşçı vardı. Gayet aksi ve titiz bir adamdı. Yemeklerine bahane bulan müşterilerini tersler, onların ettikleri sonu gelmez alaylara kızar, bütün bunlara rağmen ufacık dükkanı onu sevenlerle dolar boşalırdı.
Mıgır her müşterinin ayrı ayrı zevklerini bilir, kendilerine lâyık gördüğü yemekleri eliyle hazırlar, yollardı. Bazan, garson yanılır, birine mahsus yemeği ötekinin önüne koydu mu, Mıgır ifrit kesilir, haykırırdı:
“O enayiye değil! O ne ağnar böyle şeyden? Öteki armut suratlıya götür! Yesin de ağzı yemek görsün barim!”Bir gün Torik Necmi oraya yemek yemeğe girmişti. Garson önüne bir tavuk kızartması koymasiyle beraber, öteden Mıgır fırladı:
“Kaldır o tavuğu ondan! O herifte tavuk yiyecek sıfat vardır?”
Torik birdenbire kalktı. Mıgır’ın karşısına öfkeli imiş gibi dikildi ve kükredi:
“Ulan! Beğenmedin mi suratımı?”
Mıgır önce hafiften bir afalladı. Sonra kendini çarçabuk toplayıp, sakin sakin sordu:
“Bana bak! Sen buraa sıfat seçtirmeğe geldin, yoksam yemek yemeğe? Çok laf etme, yerinde otur. Burası aşçı Mıgır’ın dükkanıdır. Atpazarı değil. Ağnadın?”
Mehmet Zeki Pakalın, Tarihe Mal Olmuş Fıkralar, 1946
Bekir Mustafa: Bir gün Bekri Mustafa ile tebdil gezen Dördüncü Murat ve veziri aynı kayıkta üstüdar’a geçiyorlardı. Havanın güzelliği, denizin safası Bekriyi keyiflendirdi. Daima beraberinde taşıdığı şişeyi çıkarıp bir maşraba dolusu içti. Sonra bir maşraba da yanındakilere ikram etmek istedi. Onlar reddecek olmuşlarsa da Bekri’nin ısrarına dayanamıyarak içtiler. Bir ikinci, sonra da bir üçüncü maşraba gelince vezir kendini tutamayarak:
“Karşındaki kimdir biliyor musun?” dedi.
Bekri Mustafa sükûnetle cevap verdi:
“Kim olacak benim gibi Allah’ın bir kulu.”
Vezirin sesinin perdesi yükseldi:
“Karşındaki Allahın şevketmaap kulu, Sultan Murat hazretleridir. Ben de veziriyim.”
Bu sözler Bekri Mustafa’yı hiç telâşa düşürmedi. Bir kahkaha attıktan sonra aynı sükûnetle:
“Olur şey değil yahu, dedi, herifler iki maşraba içince biri Padişah, öteki vezir oldu. Üçüncü maşrabayı dikselerdi biri Allahlığını, öteki de peygamberliğini iddia edecek!”
Mehmet Zeki Pakalın, Tarihe Mal Olmuş Fıkralar, 1946
Atasözleri
Aç’ı söyletme, tok’u kımıldatma
Aferin sana, höşmerim bana
Ağız yerse, yüz utanır
Akşama az ye, er’e (sahura) kaz ye
Akşam baktım südünen güllaç, sabah baktım senin de karnın aç, benim de karnım aç
Ana besler hurma ile., eloğlu besler yarma ile
Armudu sapı ile, üzümü çöpü ile y
Azıcık aşım, kaygısız başım
Bilmediğin aş, ya karın ağrıtır, ya baş
Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar
Çok yeme, ağzından teper
Dilini tut, yahniyi yut
Et geldi arık deme, üzüm geldi koruk deme
Patates aşı tez pişer
Karabiber karadır ama beyler önüne çıkar
Karı tuz der, içerim cız eder
Karı var arpa ununu aş eder; karı var buğday ununu keş eder
Karı var çam kabuğunu aş yapar, kan var dilber taamı iş yapar
Karnım acıktı neyniyen katık, uykum geldi neyniyen yastık
Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez
Kız boğazı, kaz boğazı
Mecliste dilin, sofrada elin kısa çıksın
Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer
Nerde börek, orda gerek
Otu kekik, eti keklik olan köyünen oturup kalkma
Otu saz, eti kaz olan köyünen oturup kalkma
Ölü gözünden yaş, imam evinden aş çıkmaz
Sabah aşı, akşam aşı, delirmiş karının başı
Tok, acın halinden anlamaz
Köylü ne bilir havyarı, lık lık içer ayran’
Unun varsa günün de var
Yağını buldum, ununu bulamadım, ununu buldum, gününü bulamadım
Ye tatlıyı çıkar atlıyı, ye ekşiyi çıkar ayşeyi
Yoklukta bal ekmeğin katığıdır
Zenginin ekmeği yenmez, derdi de ellere denmez
Hamur aşı, uluk işi
Altıdan atar, gölgeye yatar
Kaldır kaşı, yiyeyim aşını
Yersen yıkılırsın, yeme yıkılırsın
Anaları daş yesin, yarımşardan beş yesin
Balmahmut’un balığı, Garipçe’nin alığı
On kişiye bir yufka, bayıldık tıka tıka
Tıngır elek, tıngır saç, elim hamur, karnım aç
Ben yedim Allah artırsın, sofrayı kuran kaldırsın.
Düğün evinde deve var, garnın acıkırsa eve var
Hamsin’de balık, zemheri’de tavuk
Deyimler
Acı soğan, kuru yavan
Aş pişmiş, kaşık dayanmış
Dere boğazında kavga var
Ekmek elden, su gölden
Eli hamur, karnı aç
Eli elekte, sacı ocakta kalmak
Et geldi artık yeme, üzüm geldi koruk deme
Yediğim aş değil, giydiğim kumaş değil
Yediğin arpa kepeği mi?
Ağız tadı
Kendini fasulye gibi nimetten saymak
Etliydin hani etin, güzeldin, hani nurun?
Kabak, ye de tadına bak
Ye kabağı, saha göbeği
Yesem kebabı, verin hesabı /Yemedim ki kebabı, verem cevabı
Ülvan da çok, filcan da çok/Ama akşama yiyecek yok!
Akşama yedim etmen güllaç/Sabaha baktım senin de karnın aç benim de karnım aç.