Hırka-i Saadet Ziyareti ve Baklava Alayı
Ahmet ÖNAL*
Yavuz Sultan Selim döneminde İstanbul’a getirilen kutsal emanetler arasında bulunan ve Ka‘b bin Züheyr’den intikal ettiğine inanılan Hz. Peygamber’in hırkası bu tarihlerden itibaren sarayda manevi bir iklim yaratmıştır. Padişahların XVI. ve XVII. yüzyıllarda Hırka-ı Saadet’i çeşitli vesilelerle ziyaret ettikleri, zaman zaman sefere ya da bir yere gittiklerinde yanlarında götürdükleri bilinmektedir. Ramazan ayında Hırka-i Saadet’in ziyaret edilmesi ise bir saray âdeti olarak başlamış ve bu âdet XVIII. yüzyılın ilk yıllarından itibaren resmî bir merasime dönüşmüştür.
12- Topkapı Sarayı’nda Mukaddes Emanetlerin bulunduğu Has Oda’nın giriş kapısı. Kapı üzerinde III. Ahmed’in celî cülus hat ile kaleme aldığı Kelime-i Tevhid ve altında sultanın tuğrası vardır.
Ramazandaki Hırka-i Saadet ziyaretleri, İstanbul hayatı ve folklorunda önemli izler bırakmıştır. I. Ahmed’in başlattığı rivayet edilen bir âdete göre ziyaret günü Hırka-i Saadet’in bir kısmı veya düğmesi padişah tarafından altın maşrapada zemzemle yıkanır ve derhâl amber ateşinde kurutulurdu.
13- XIX. yu¨zyılda Hırka-i Saadet dairesinin giriş kapısı.
Bu su, daha sonra çoğaltılıp, küçük şişelere konularak devlet ricali vesair kimselere hediye edilirdi. Mâ-i mübarek olarak anılan ve kutsiliğinin yanı sıra hastalıklara, korkulara iyi geldiğine inanılan bu sular, İstanbul halkı nezdinde hayli muteberdi. Bazı aktarlarda, mâ-i mübarekle dolu olduğu iddia edilen ağızları mühürlü küçük şişeler satılmaktaydı.
Ali Ufkî, bir tarih ve merasimden bahsetmeksizin Hırka-ı Saadet’in yılda bir kez, Enderun’daki kilerlilerin nisan ayında bunun için hususi olarak topladıkları yağmur sularına batırılıp ıslatıldığını, sonra da suyunun sıkıldığını nakleder. Hırkaya temas eden suyun, şişelere doldurulup İstanbul içinde ve dışındaki ricale hediye edildiğini; bu şişeleri alanların onları özenle muhafaza ettiklerini yazar. İksir kabul edilen şişedeki suyun, ateşli hastalığa yakalananlara ilaç olarak içirildiğini, ölüm döşeğindekilerin ağızlarına damlatıldığını, böylece onların günahlarından arındırıldıklarına inanıldığını nakleder.11
Fransız seyyah Tavernier, 1675’te basılan eserinde, “hazine odasındaki iki adama” istinaden, içoğlanlarının üç ayda bir Hasoda’yı temizleyip halılarını değiştirdiklerini ve mukaddes emanetlerin sayımını yaptıklarını yazar. Ayrıca 14 Ramazan’da padişahın katılımıyla yapılan bir “yıkama töreni”nden söz eder.
14- Sultanahmet Camii’nde mevlit töreni (d’Ohsson)
Seyyaha göre, o gün padişah, yanına sadece silahdar ağayı alıp odaya gelerek yine burada muhafaza edilen Hz. Peygamber’in mührüyle elli adet kâğıdı mühürlüyor, hırkayı muhafaza edildiği sandıktan çıkartıyor, saygıyla öpüyordu.
11 Karşılaştırmalı olarak bk. Ali Ufkî Bey/Albertus Bobovius, Saray-ı Enderun, Topkapı Sarayı’nda Yaşam, çev. Türkis Noyan, İstanbul 2013, s. 60; Albertus Bobovius ya da Santuri Ali Ufki Bey’in Anıları: Topkapı Sarayı’nda Yaşam, çev. Ali Berktay, İstanbul 2002, s. 93.
Ardından hırka, altın bir tekneye doldurulan suya batırılıp çekiliyor, yere su damlatılmamasına dikkat edilerek teknenin içine iyice sıkılıyordu. Teknedeki su, Venedik kristalinden yapılmış şişelere dolduruluyor, bunların ağzı sıkıca kapatılıp üzerlerine padişahın tuğrası çekiliyordu.
Ertesi gün, küçük rulolar hâline getirilip ipek iple bağlanan mühürlü bir kâğıt ile su dolu bir şişe, Harem kadınları, İstanbul ricali ve devlet adamlarına ayrı ayrı gönderiliyordu. Şişeler, tek başına da hediye edilebiliyordu. Bunlar büyük bir lütuf olarak kabul ediliyor ve karşılığında gerek padişaha gerekse bunları getirenlere hediyeler takdim ediliyordu.
Mühürlü kâğıtlar açılmaksızın şişedeki suyla ıslatılıp yutuluyor, ardından su içiliyordu. Kendilerine sadece şişe gönderilenler, imamlarına bir kâğıda kendi istedikleri bir duayı yazdırıp aynı işlemi tekrarlıyorlardı. Seyyaha göre, Hırka-i Saadet’in batırıldığı teknedeki suyun kapıağası tarafından çoğaltılıp dağıtılmasına sadece üç gün boyunca izin veriliyordu.12
Hırka-i Saadet ziyaretinin devlet teşrifatındaki yerini almasından sonra bu merasim, XVIII. yüzyılın ortalarına kadar ramazanın muhtelif bir gününde, XIX. yüzyılda ise şayet o gün cumaya rastlamıyorsa veya padişahın hastalığı mani değilse 15 Ramazan’da yapılırdı.
Merasimden iki-üç gün önce Hasodalılar, mukaddes emanetleri tekbirler arasında sarayın bir başka dairesine taşıyıp odayı gül suyuyla temizler, merasimden bir gün önce veya merasim sabahı emanetleri eski yerlerine getirirlerdi.
Ziyaret gününün önceki gecesinde bizzat padişahın da iştirakiyle gül sularıyla son bir temizlik yapılır, padişah sabah namazını burada kılardı. Bazen son temizlik namazı müteakip yapılırdı. Mukaddes emanetlerin ve odanın temizliğinde kullanılan süngerler hane-i hassa ağaları arasında ikramen dağıtılırdı. Odanın temizlenmesi sırasında çıkan toz, herhangi bir yere değil, yakınlardaki kuyuya atılırdı.
Merasim günü, davetli olan devlet ricali, meşayih ve ulema, Ayasofya Camii’nde öğle namazını kılıp saraya gelirler ve Bâbüssaâde önünde toplanırlardı. Sadrazam da kapıhalkıyla birlikte alayla Bâbıâli’den Ayasofya’ya gelir, burada şeyhülislamla birlikte öğle namazını kılıp saraya geçerdi. Bazen davetliler doğrudan Bâbıâli’de toplanır ve buradan saraya gidilirdi.
Hırka-i Saadet Odası’nda herkesin yerini almasıyla birinci ve ikinci hünkâr imamları birer aşr-ı şerif okurlardı. Bunlar bitince padişah kendi eliyle Hırka-i Saadet’in muhafaza edildiği sandukayı açar; önce kendisi, sonra da hazır bulunanlar teşrifattaki sıralarına göre hırkaya yüz sürerlerdi.
12 Jean-Baptiste Tavernier, 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, ed. Nejdet Sakaoğlu, çev. Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2007, s. 132-134.
Her yüz sürenin ardından hırkanın bu köşesi küçük bir tülbentle silinir ve tülbent o kimseye hediye edilirdi. Herkes yüz sürdükten sonra dualarla hırka yine bohçasına ve sandığına konulur, ziyaretçiler dağılırdı.
Ziyaretlerin resmîleşmesinden sonra hırkayı korumak için bazı tedbirler alındı. Evvela hırkanın kendisi yerine, sağ omuzu hizasından yakasına konulan tülbent öpülmeye ve bu tülbentler, öpen kimselere hediye edilmeye başlandı. Hırka-ı Saadet’in veya düğmesinin ıslatılması uygulaması da, hırkanın zarar gördüğü endişesiyle, sadece hırkayı muhafaza eden bohçanın bir kısmının suya batırılması şeklinde sürdürüldü.
II. Mahmud zamanında, bundan, dolayısıyla da mâ-i mübarek dağıtılmasından tamamen vazgeçildi. Bunun yerine hususi olarak hazırlanan ve üzerlerinde Hırka-i Saadet ile alakalı bir şiirin yazılı olduğu tülbentlerin hırkaya sürülmesi ve bunların ziyaretçilere hediye edilmesi âdet oldu.
XIX. yüzyılda padişahların Topkapı Sarayı’ndan başka saraylarda ikamet etmeye başlamalarıyla Hırka-i Saadet ziyaretleri için bir alay tertiplendi ve merasim kısmen halka açık hâle geldi. Alay, ya padişahla birlikte sahil yolunu takiple Galata Köprüsü’nü geçip ya da deniz yoluyla Sirkeci’ye gelen padişahı karşılayıp buradan yukarı çıkıyordu. Öğle namazı Ayasofya’da kılınıp aynı düzenle saraya geçiliyordu.
İstanbul’daki mekteplerden getirilen çocuklar da alaya dâhil ediliyordu. II. Abdülhamid, saltanatının başlarında bu merasimden sonra iftarını Topkapı Sarayı’nda yapar, ardından yol boyunca dizilmiş askerlerin arasından fener alayıyla Yıldız Saray’ına dönerdi. İlerleyen yıllarda Yıldız’a ikindi vaktinde dönmeye başladı.
II. Abdülhamid devrinde Hırka-ı Saadet ziyaretine, başlarında valide sultan olduğu hâlde arabalarla saraya gelen Harem mensupları da katıldı. Devlet ricali odadan ayrıldıktan sonra Harem kadınları, yine padişahın nezaretinde Hırka-ı Saadet’i ziyaret ederlerdi. Ayrıca
II. Abdülhamid’in iftardan sonra Topkapı Sarayı’ndan ayrıldığı yıllarda camilere “Padişahım çok yaşa” yazan mahyalar asılırdı.
XVII. yüzyılın sonu veya XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Hırka-i Saadet ziyaretinin yapıldığı gün İstanbul, bir başka merasimle, yeniçerilerin baklava alayıyla hareketlenirdi. O gün, kapıkulu ocaklarının her on neferine birer tepsi hesabıyla verilmek üzere yüzlerce baklava tepsisi futalara sarılı bir şekilde Matbah-ı Âmire önünde dizilirdi.
İlk tepsi, silahdar ağa tarafından, bir numaralı yeniçeri olan padişaha takdim edilmek üzere alınırdı. Sonra her ortadan iki kişi bir tepsi alır, bölüğün amirleri bunların önüne düşer, bu şekilde Divanyolu’nun iki tarafına dizilmiş İstanbulluların alkışları arasında kışlalarına giderlerdi. Baklava tepsileri ve futalar ertesi gün saraya teslim edilirdi. Son baklava alayı, yeniçeriliğin kaldırılmasından iki ay önce yapıldı. Hırka-ı Saadet ziyareti ve alayı ise imparatorluğun sonuna kadar devam etti.