Osmanlıda Meyvecilik Nedir?
Priscilla Mary Işın
Anadolu, üç kıta arasındaki konumu ile farklı iklim ve coğrafi özelliklerin bir araya geldiği bir yerdir ve bu nedenle de zengin bir doğal biyoçeş itliliğe sahiptir. Eski bir medeniyetin beşiği olması ve tarımın bu bölgede başlaması gibi nedenlerle tarımsal biyoçeşitlilik açısından da zengindir. Kiraz, vişne, ayva, incir, nar, üzüm, armut, kavun, karpuz, kayısı, kestane, ceviz gibi birçok meyve türünü n anavatanı veya önemli gen merkezlerinden biridir (Küden 20 00 : 77). Azalmış da olsa hala yabani meyvelikler vardır (Ülkümen ve Özbek 1950 : 237; Walsh 1836: II, 174 ).
Bu zengin doğal ve kültürel mirasa sahip Anadolulu bahçe sahipleri ve çiftçiler yerli meyvelerine uzaklardan getirilen türler, çeşitler katarak tarih boyunca binlerce yeni kültür geliştirdiler.
Osmanlıların sümbül, lale gibi çok sayıda bahçe çiçeğini geliştirme konusundaki önemli rolleri ve Avrupa bahçeciliğine katkıları yaygın olarak araştırılmış ama Osmanlıda Meyvecilik konusundaki katkıları gölgede kalmıştır.
En eski Türkçe bahçecilik kitabı olan, 157o'lerde yazılmış Revnak-ı Bostan'ın yazarı, kendi birikiminden başka çeşitli kaynaklardan faydalandığını belirtir, Kastos Hekim, Soryon Hekim, Hekim Sagris, Hekim Yan buşad ve Hekim Tahir-i Kenani gibi antik dönem ve İslam devri bilim adamlarının adlarını vererek Osman lı bahçeciliğinin temelini oluşturan eski geleneklerin önemine işaret eder (Önler 2000: 214-4 ).1 Osmanlı döneminde bahçeciliğin gelişerek aşıcılık, fidancılık, turfandacılık gibi teknikler açısından ilerlediği anlaşılmaktadır.
Ticari önem taşıyan, beğenilerek ün kazanan yüzlerce meyve çeşidinin adı Osmanlı dönemi kanunnameleri, narh listeleri, şeriye sicilleri, ziraat kitapları, seyahatnameler, arşiv belgeleri hatta sözlüklerde bile geçer. Bunlar arasında kurutulan birçok üzüm, incir, kayısı ve er ik çeşidi bulunur, nitekim Türkiye halen kuru meyve üretiminde önemli bir ülkedir.
Türkiye'nin köklü meyve yetiştirme geleneği özellikle 16. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerini etkilemiş ve başta karpuz, kavun ve kayısı çeşitleri olmak üzere Osmanlıların yetiştirdikleri birçok meyve çeşidi daha çok Macaristan üzerinden Avrupa'ya geçmiştir.
Antik Ve Bizans Dönemleri Mirası
Eskiçağ ve Bizans dönemlerinde, Anadolu'da başta üzüm, incir, ayva, armut, erik, elma, nar, kiraz, vişne, karadut, zeytin gibi yerli meyveler yetiştirildiği biliniyor. Örneğin Yaşlı Plinius "Kazdağı'nın kırmızı, zeytin iriliğinde ve muşmula tadındaki inciri"nden bahseder (Pliny the Elder 185s: III, 307). Bizans döneminde yarma aşı, kabuk aşısı (çoban aşısı), göz aşısı ve anacın (aşılanacak yabani ağaç) gövdesinin alt kısmını delip dal geçirme olmak üzere dört türlü aşı ve en eski çoğaltma usulleri olan çelikleme ve daldırma bilindiğinden kaliteli çeşitler yetiştirilebiliyordu (Dalby 2oıı: 105, 119-120, 202, 214, 226 -230 ).2 Anadolu'nun Karya bölgesinin meşhur kuru incirleri eskiçağdan beri önemli bir ihraç ürünüydü (Bowman v.d, 195+ 627; Dalby 2003: 74). Kurutma ve küplerde üzüm saklama gibi saklama teknikleri ileriydi (Dalby 2004: 133).J
MÖ ı. yüzyıldan itibaren Asya'dan getirilen yeni meyve türleri ara sında bölgeye ilk gelen narenciye türü olan ağaç kavunu, zerdali, şeftali, tüysüz şeftali, kavun, limon, turunç, hünnap ve beyaz dut sayılabilir (Hehn 1891: 237, 321, 335; Sturtevant 1919: 198-200, 231, 520; Davidson 1999: 449; Dalby 2004: 67, 142).
İpek böceği sadece beyaz dut ağacının yapraklarıyla beslendiğinden Çin kökenli beyaz dut, ipekçiliğin Bizans'ta başladığı 6. yüzyılda Anadolu'ya getirilmiş olmalıdır...
Bizans dönemi için bilinen meyve çeşitleri arasında misket, psithia, kerkyraia, chloris, mersites, koukoubai ve Batı ve Kuzey Avrupa'ya ihraç edilen Girit'in meşhur morıembasios gibi birçok üzüm çeşidi; arıatolika eriği; epapi orı, eproudiorı, glykomela, melimela elmaları ve strouthemela ayvası sayılabilir (Dalby 2004: 77, 169, 178-180, 189, 218; Dalby 20 11: 123-24, 132-33, 209). Bizans kaynaklarında adı geçen glykorıerarıtza (tatlı turunç) (Dalby 200+ 180 ), yüzyılda Dernschwam'ın bahsettiği "tatlı turunç"un aynısı olabilir (Der nschwam 198T 126).4
Türkiye bazı kültür meyve çeşitlerini ve işleme tekniklerini Orta Asya'ya borçludur. Erken cumhuriyet döneminde Anadolu'da araştırmalar yapan Rus ziraatçı Zhukovski'ye göre Vitis vinifera üzümleri Orta Asya kökenlidir ve sultani, razaki, çavuş, misket çeşitleri İran veya Orta Asya'dan getirilmiştir (Zhukovsky 1951: 803-04). Taze üzüm yeme alışkanlığı, pek mez ve kuru üzüm gibi ürünlerin mutfaktaki önemi ve çoğu Müslümanla rın şarap içmemesi gibi nedenlerden, antik döneme nazaran sofra ve kurut malık üzüm çeşitlerine daha çok önem verilmiş, Anadolu'nun eski şaraplık üzüm yetiştirme geleneğine yeni bir boyut getirilmiştir.
Orta Asya Türklerinin meyve yetiştirme geleneği Türkiye'nin meyve zenginliğine önemli katkıda bulunmuştur. Çin kaynaklarına göre, 647'de Doğu Göktürk hükümdarı, "kısrak memesi" adını taşıyan uzun mor renkli nefis bir üzümün taze salkımlarını, Türkistan'dakiTarım havzasından Çin'e hediye yollamıştı (Schafer 1985: n9). Daha sonra 2 bin kilometreyi aşan bu yoldan üzümün çelikleri de götürülmüş ve kısrak memesi üzümü Çin'de yetiştirilmeye başlanmıştı. Hatta bu üzüm Liu yu-hsi adli Çinli şairin bir şiirinde adı geçecek kadar ünlenmişti (Schafer 1985: 142-43).
Türkistan'ın doğu bölgesi Çinliler tarafından fethedildikten sonra buradan Çin'e vergi olarak kuru üzüm ve pekmez yollanmıştı. 9. yüzyılda ise, bir başka Türk devleti olan Harezm'den Çin'e karpuz ihraç ediliyordu. Karpuzlar, 4 bin kilometreden daha uzun bu yola dayanmaları için kurşun kaplı sandıklarda kar içine yatırılarak taşınıyordu (Schafer 1985: ıı9). Meyveleri ile meşhur olan Harezm bölgesinin kavunları taze olarak Bağdat'a (Salman 2006: 507), dilimlenerek ve güneşte kurutularak da Hindistan ve Çin'e ihraç ediliyordu. Güneşte kavun kurutma 195o'lerde bile Siirt'te "gorgıt" adıyla yapılıyordu (Koşay ve Ülkücan 196ı: 24).
Eski Türkçesi "büken" olan karpuza Çinlilerin "Batılı kavun," Arapların "Hint kavunu" (bıttih-i Hindi) demeleri, bu meyvenin Orta Asya kö kenli olmadığı halde en önemli gelişme sürecini orada tamamladığını düşündürmektedir.
Karpuz ve kavun ortaçağdan önce Avrupa ve Anadolu'da bilinmiyordu (Hehn 1891: 237-240; Sturtevant 1919: 230-04). 16. yüzyılda Harezm bölgesine gelen İngiliz seyyah Jenkinson, burada ilk defa karşılaştığı karpuzları iri hıyarlara benzeterek tarif etti (Jenkinson 1886: 69). Kayısı da muhtemelen Orta Asya kökenlidir. Zerdali Roma döneminde Akdeniz bölgesine ulaştığı halde, zerdalinin aşılı hali olan ve tatlı çekirdeğiyle zerdaliden ayrılan kayısı çok sonradan Anadolu'ya gelmiş olmalıdır. Afrika ve Asya'da birçok yeri gezen İbn Battuta'nın Anadolu'da yediği kayısıların tatlı çekirdekli olduğunu özellikle belirtmesi başka yerlerde kayısıya rastlamadı ğını düşündürüyor (İbn Battu ta 1953'. 418).
11. yüzyılda yazılan Divanü Lugati't-Türk' te meyvecilikle ilgili tanımlar, Orta Asya'daki üzüm kültürünün gelişmişliğini yansıtır. Asmanın meyve vermesi anlamında "üzümlenmek," üzüm toplamaya yardım ve ya rış etmek anlamında "üzüşmek," üzüm asmaları bağlanan yaş söğüt dalı anlamında "kagıl," erişilemeyen üzüm salkımlarını kesmek için kullanılan üç ayaklı "tapçan," canı kavun .istemek anlamında "kagunsamak," kavun sahibi olmak anlamında "kagunlamak" gibi örnekler verilebilir (Kaşgarlı Mahmud 1986: I, 184, 280, 295, 409, 435; III, 206, 385). Yine Kaşgarlı Mahrnud'un kaydettiği üzere Orta Asya'da yılkıç, Farsçada şemame, Türkçe de "şamama," "cırdatan," "cırlangıç," "kırlangıç," "bostan güzeli," "alabaş" gibi isimlerle tanınan çok küçük, güzel kokulu ve kabuğu alaca renkli kavu na benzer meyve de Orta Asya kökenlidir (Işın 2010).
Osmanlı Döneminde Çeşit Zenginliği
Osmanlıların daha önceki dönemlerden yüzlerce meyve çeşidini mi ras aldığını söyleyebiliriz, ancak bunlardan Osmanlı döneminde varlığını sürdürdüğü bilinenler şimdilik Bizanslıların misket üzümü ve Selçukluların kamereddin kayısısından ibarettir. Konya'nın meşhur kamereddin kayısısından ilk bahsedenler 14 yüzyılda Arap coğrafyacı Ebu'l Fida5 ve1273-1331 ile 1332-1333 yıllarında Beylikler döneminde Anadolu'da gezen Faslı seyyah İbn Battu ta'dır. İbn Battuta da Alanya ve Konya'da yetişen kamereddin kayısısının kurutularak Suriye ve Mısır'a ihraç edildiğini anlatır (İbn Battu ta 1986: 46; İbn Battuta 1953= 418, 430). Bu kayısı, muhtemelen Alaeddin Keykubat'ın bahçe meraklısı veziri Kamereddin tarafından yetiştirilmiş bir eşitti.6 18. yüzyılda Konya 'ya uğrayan İsveç diplomab ve. dilbilimcisi Jean Otter, kamereddin kayısısı adıyla şahane bir kayısı çeşidinin yetiştiğini aniatır (Otter 1748: I, 60). Günümüzde bu kayısının hala yetiştirildiğine dair bilgiye rastlanmazsa da, Mısır, Lübnan, Irak, Kuveyt gibi Arap ülkelerinde kayısı pestilinin hala "kamereddin" ismiyle bilinmesi, bu kayısının geçmiş te ihraç edildiği ülkelerde ne kadar derin bir iz bırakhğını gösterir.7
yüzyılda yetişen çeşitler konusunda günümüze fazla bilgi gelmemiştir, saray mutfak belgelerinde kaydedilen bazı çeşitler arasında müsellim8 ve Sinop elmalan (sib-i müs ellimi, sib-i Sinobi) sayılabilir (Barkan 1979: 252, 256). İstanbul'un fethini yaşayan Bizanslı Rum tarihçisi Krito vulos, Fatih Sultan Mehmed'in Edime'deki sarayında çok güzel meyve ağaçlan bulunduğunu, fetih sonrasında 1465'te Topkapı Sarayı'nı kurarken bahçesine "insanlan n zevki ve mutluluğu için her türlü meyve ağacı" diktirdiğini yazmıştı (Harvey 1976: 42). Evliya Çelebi, aynı padişahın Topkapı Sarayı bahçelerine birkaç yüz bin meyve ağacı diktirdiğini anlatır (Evliya Çelebi 1996-2007= I, 46 ).9 İstanbul'daki Turunçluk Kemeri, adını Fatih Sultan Mehmed dönemin de kurulan turunç bahçelerinden aldı (Çeçen 1991: 60-6 1).
yüzyılda kaydedilen meyve çeşitlerinin sayısı önemli ölçüde artmıştır. 1502 tarihli Kanunname -i İhti sab-ı Bursa,1525 tarihli bir narh defteri, 1582 tarihli Surname-i Hüma.yün ve saray belgeleri gibi kaynaklarda gök başlı armut, incir armudu, inesi armudu, şekeri armut, türki armut, tizce armudu, kirpücik armudu, incir armudu, can göyüni armudu, bal armudu, boğaz dutan armudu, beg (bey) armudu, enar armudı, şiyah dut, bedkani elma, ekşi elma, giüabi elma, miski elma, temmuz elma, Akyazı elması, Frenk elması, amaskine eriği, can eriği, saruca incir, Midilli inciri, lop inciri, Karaca kavun, kaya kavunu, Ankara kavunu, kaplani kayısı, garbi kayısı, Birginan, ekşi nar, yalı narı, Güzel Hisar turuncu,'0 Midilli turuncu, tatlı turunç, karaca üzüm, beylerce üzümü, şediye üzümü, razaki üzümü, Medrobolid üzümü, Ulubat üzümü gibi birçok meyve çeşidine rastlanır (Akgündüz 1990: II, 194 -199 ; Topkapı Sarayı Arşivi D64T Prochazka-Eisl r99s: ro1; Barkan 1979: 80, rr2, rr3 vd). Thomas Dallam (1599) "çok çeşitli üzümlerin yetiştiğini, yılın her günü üzüm yemenin mümkün olduğunu" yazar.
yüzyıl için meyvecilik konusunda en önemli kaynağımız olan Ev liya Çelebi'nin kaydettiği yüzlerce meyve çeşidi arasında Cem Şah üzümü, Çelebi cüçe şeftalisi, beylerce üzümü, hisar kirazı, gülabi armut, patlıcan inciri, miskli lop inciri, beyaz kumru kayısısı, tekl<eşin ayvası sayılabilir. Çeşit sayısının çok olduğu bazı yerlerde, bunları sayamayacağını fakat şeri ye sicillerinde kayıtlı olduklarını belirtir; örneğin Bursa'da 40 çeşit armut, Malatya'da 7 çeşit kayısı ve 80 çeşit armut, Bitlis'te n çeşit armut, Kütahya'da 24 çeşit armut, Urla'da 60 çeşit üzüm, Kilis'te 40 çeşit üzüm (Evliya Çelebi 1996-200T II, 23; IV, 15, 16, 82; VI, rr8; IX, r7, 55, ro8, 18 2). Gezdiği yerlerde karşılaştığı çeşitler o kadar fazladır ki iki yerde "hepsini anlatırsam bir ziraat kitabına dönüşür" demektedir (Evliya Çelebi 19 9 6 -200 T I, 264; VI, n8). Bu dönem arşiv belgelerinde bulunan çeşit adlarına örnek olarak İzmir'in kelter ve alaca üzümleri, Hamid üzümü, İzmir'in Nazilli, sarıca ve lob incirleri sayılabilir (Bilgin 2004: 138, 212, 216).
yüzyılda Anadolu'da gezen Jean Otter, Konya Ereğlisi'nde sek senden fazla armut çeşidinin yetiştiğini kaydeder (Otter 1748: I, 64-5). yüzyıla ait kaynaklar arasında en önemlisi Prof. Dr. Günay Kut'un yayına hazırladığı bir bahçıvan defteridir (Kut 200s: 224-227). 1845'te İstanbul'da ismi bilinmeyen ancak saray çevresinden olduğu sanılan bir kişinin gen bankası şeklinde kurduğu bahçeye ait bu defterde her ağaç ve asmanın adı, geldiği yerve özellikleri kaydedilmiştir ve toplam 393 meyve çeşidinin adı bulunur. Aralarında birkaç yabancı çeşit ve bir "yeni icat" armut olmak üzere rr7 armut, 13 ayva, 68 elma, 70 erik, 18 şeftali, ro incir, 9 kayısı, 20 kiraz, r4 limon, 8 nar, 5 portal<al, 34 üzüm ve 7 vişne çeşidi kaydedilmiştir.
183o'larda Türkiye'de yaşayan Robert Walsh İstanbul'da, otuzdan fazla kabak ve kavun çeşidinin satıldığını söyler (Walsh 1836: II, 478), Tuzla'da yetişen ceviz büyüklüğünde kirazlardan bahseder (Walsh 1836: II,163). Mustafa Rasirn'in1886 tarihli Çiftçilik baş lıklı kitabında ise 50 kadar meyve çeşidi sayılır. Aynı yazar, bahçıvan def terlerinde dört yüzün üzerinde armut çeşidinin kaydedildiğini, üzümün çeşit sayısının armuttan fazla olduğunu belirtir (Mustafa Rasim 1886: III, 539). Bu yüzyıla ait saray belgelerinde gül eriği, türbe eriği, Bozdoğan armudu, Manisa kavunu gibi bazı meyve çeşitlerine rastlanır (Samancı 2006: 52).11
Anadolu' Dan Avrupa'ya Giden Meyveler
Macar tarihçisi Sandor Takats, Türklerin kavun, karpuz, kayısı gibi "bir hayli meyve çeşidini" Macaristan'a getirdiklerini(Takats 1958:19), ülkenin her yerinde bahçeler kurduklarını, getirdikleri birçok meyve ve sebze çeşidinin Macaristan üzerinden Avrupa'ya yayıldığını anlatır (Takats 1958: 249-51):
Yurdumuzdaki bir hayli meyve çeşidi, çiçek ve faydalı otu onlar yetiştirmişlerdir. Nerede oturmuşlarsa orada toprağı işlemişler, her yerde ekip dikmiş, bahçıvanlık etmişlerdir (...) (Tahrirler ve emirnamelerin) hep si de Türk bahçelerinin çokluğunu kaydeder(...) Hasılı, Türk ne rede oturur, yahut nerede iskan edilirse oralarda bahçenin eksikliği ol mazdı. Macar beyleriyle hanımları arasında 16. yüzyılda bahçıvanlığa karşı inanılmayacak derecede büyük bir merak olduğundan Türk bahçelerinde gördükleri veya duydukları her yeniliği almağa can atarlardı (...) Bahçecilik sahasındaki Türk-Macar temasları memleketimizde çok hayırlı işler meydana getirmiştir. Böylece Macaristan, meyve ağaç lan ve çiçek balamından Doğu ile Batı arasında vasıtalık etmiştir. r6. yüzyıl ortalarında Macar meyvesi Avrupa'da ün salmış tır.
Birçok meyve çeşidi 5. yüzyıldan itibaren Anadolu'dan Avrupa'ya yayılmıştı. Dünyaca meşhur Cantaloupe kavunu da Ermeni Katolik papazlar tarafından Roma 'ya götürülerek Cantaluppi Çiftliğinde yetiştirildikten sonra VIII. Charles döneminde (1483-1498) tohumlan Fransa'ya götürülmüştü (Kanber 1938: 152-53). Kanber'e göre, bu kavun Türkiye'de halen "dilimli kavun" olarak bilinen çeşittir.
Kayısının ancak 16. yüzyılın ilk yarısın da kuzey Avrupa ülkelerine yayılm aya başladığı biliniyor (Hakluyt 1905: III, 99). Türkçe olan "kayısı" kelimesi,12 aşılı zerdaliyi aşısızından ayıran bir terim olarak başka dillerde karşılığı olmayan bir kelimedir. Batı dilleri, Farsça ve Arapçada aşılı zerdali için özel bir terim bulunmaz, bu ayrımı yapan bazı Doğu Avrupa ülkele rinde ise Türkçe "kayısı"da n türemiş terimler kullanılır (Bulgarca kayszija, Romanca cais, caisi, caisa, Kroatça kajsija, Arnavutça kajsi ve Macarca kajszi ) (Faust v.d. 1998: 242).
17. yüzyılın ilk yarısında yeni bitkiler bulmak için yolculuklar yapan İngiliz saray bahçıvanı Joh n Tradescant için çağdaşı John Parkinson'un, "Hıristiyan dün yası, Türkiye, hatta tüm dünyada duyulan tüm nadir meyve leri toplamak için olağanüstü çabalar harcandığını" belirtm esi, yen i me yve çeşitler i için Türkiye'nin ne kadar önemli bir kaynak olduğuna işaret eder (Hessayon 19 8} 21)
Karpuzun 2000 yıl önce Mısırlılar tarafından yendiği biliniyor. Genetik çalışmalar sonucunda karpuzun yabani ataları Güney Afrika'da bulunmuştur. Ancak antik dönemde karpuz Yakındoğu ve Avrupa' da nere deyse hiç bilinmiyordu. Orta Asya'da yetiştirilen tatlı kültür karpuz çeşitleri Türklerle birlikte Anadolu'ya sonradan getirilmiştir. Gelibolulu Mustafa Ali'rıin Kahire gezisi sırasında yediği karpuzu n, Afrika'nın geleneksel karpuzları gibi tatsız olması, eski Mısırlıları n yediklerinin benzeri olduğun alda getirir (Mustafa Ali t.y.: 52).
Bıttih Mavi denen bir cins karpuza düşkündürler; bu karpuzun dopdolu sudur; hatta bilmeyenler çürük karpuz sanırlar; bununla birlikte şekersiz yenilmez çok tatsız olduğundan bildiğimiz kan karpuz gibi de yenilmez. Sonu ç olarak iki paraya bir karpuz alır. beş-on paralık şeker harç edip hora geçirirler. Osmanlı topraklarında n Avrupa'ya geçtiği için 17. yüzyılda karp İngilizcede Turkish gourd veya Turkie Coocomber ("Türk kabağı," "Türk : rı"), Fransızcada turquin deniliyordu. '3 Almncaya giren "karpuz" kelikarpuz anlamında arbuse ve genel olarak kabakgiller anlamında kürbis olmak üzere iki aynı şekil aldı (Rodde 1784: 2; Lobo 1776: 72).
Kış boyunca taze kaldığı belirtilen çavuş üzümü, birçok yabancı gezgin tarafından dünyanın en güzel sofra üzümü olarak tanımlandı (Kay 1833: 149). 1885'te Fransızlar, damızlık çavuş asmasını Gümülcine ve İstanbul'dan Fransa'ya götürmüşlerdir.1890 tarihli Redhouse sözlüğüne göre Fransa'nın chasselas üzümü aslında çavuş üzümüdür. Bu değerli sofralık üzüm çeşidinin adı 18. yüzyıldan itibaren kaynaklarda geçmektedir (Müter cim Asım 2000: 329). İbn Battuta'nın İznik'te yediği ve methettiği üzüm ile çavuş üzümü arasındaki benzerlik dikkat çekicidir: "Orada yediğim izari üzümüne, dünyanın hiçbir yerinde rastlamamıştım. Bu üzüm, ince kabuk lu, şeffaf renkli, iri taneli ve pek tatlı idi. Her tanesinde sadece tek bir çekir dek bulunuyordu" (İbni Battuta 1986: 46).
Botanikçi Georges Gallesio'nun 18n'de yayınlanan turunçgillerle ilgili kitabında Türk portakalı ve bunun alttürü olan çizgili portakaldan bahsetmesi (Gallesio 18n:166-67),14 vatanı Hindistan veya Çin olan bu meyve nin tarihinde de Osmanlıların rol oynadığını gösterir.
Osmanlı'da Meyve Sevgisi
Osmanlıda taze meyve yeme merakı meyveciliğin gelişmesinin ve çeşit zenginliğinin en önemli nedenlerinden biridir. 16. yüzyılla 19. yüzyıl başı arasında Türkiye'yi ziyaret eden Avrupalılar, burada insanların yedikleri meyve miktarına şaşıyorlardı. Örneğin 16. yüzyıl ortasında Hans Dernschwam şöye yazmıştı:
Türkler çok meyve yiyorlar. En çok sevdikleri şeylerden biri her çe şit meyve. Hatta meyve ham iken dahi yemeye başlıyorlar (Dernschwam r987: 172). ·
Bizans ve İslam tıbbında bol meyve yemekte sorun görülmezken, Avrupa'da fazla miktarda meyve yenmesinin sağlık için zararlı olduğuna inanılıyordu. Hazımsız lığa, ateşli hastalıklara, bağırsak bo zuklukların a, hatta çiçek ve vebaya yol açtığını iddia edenler bile vardı (Sandys 1670: 54; Sanderson 1931: 15; Careri 1732: 154; Mariti 1769:
4; White 1846: I, 295; Buckingham 1827: 153). Hekimler, bu inancın en ateşli savunucu larıydı. 19. yüzyılın başında savaş esiri olarak İstanbul'da bulunan Fransız Hekim Pouqueville, insanların yaz aylarında en çok kavun, karpuz gibi sulu meyvelerle beslendiklerinden bulaşıcı hastalıklardan korunacak güçleri olmadığını söylemişti (Pouqueville 1806: 131). Fransa' nın Mısır'ı işgali sırasında Osmanlı ordusuyla yolculuk eden İngiliz Hekim • Witt man, insanların aşırı miktarda karpuz yedikleri halde hastalanmalarına şaşırmıştır (Wittman 1803: 213-14). Ekşi meyveler daha da sakıncalı sayılıyordu . 1853'te İngilizler istokrat George Howard, Abdülmecid'in hekimi İsm ail Paşa'yı ziyaret ettiğinde paşa "ham meyveler" ikram ettiğinden onu tıbbi kaideleri çiğnemekle suçlamıştır (Ho ward 1854: 44).
Osmanlılarda meyveler doğum, evlenme gibi özel günlerde ikram veya hed iye edilirdi. Sarayda doğumdan altı gün sonra beşik merasimi ya pıldığı zaman misafirlere taze meyveler, çiçek demetleri ve şekerlemeler ikram edilirdi (Ali Seydi t.y.: 55; Atasoy 2002: 67). Gelin alayında da meyveler taşınırdı (Atasoy 2002: 68).
Osmanlı Arşivinde Alman im paratoriçesine hediye edilen bir sandık kavun, Ahmed Cevdet Paşa'ya yollanan karpuz ve Konya'da yetişe n şeker par e armudunun saraya takdimi gibi armağan olarak verilen meyvelerle ilgili çeşitli belgeler bulunu yor.15 Evliya Çelebi Seyahatnilmesi' nd e, Ohri'n in nefis kokulu elmalarının kutular içinde "her diyara" yollanması, pamuklara sarılmış Ankara armudu, Malatya elması gibi meyvelerin kutular içinde padişaha ve ileri gelenlere hediye olarak gönderilmesi gibi birçok bilgi verir (Evliya Çelebi 1996-2oor II, 242-43; IV, 16; V, 30 4; VII, 250; VIII, 329 ). 18 9 8 'd e II. Abdülhamid dönemind e Türkiye'yi ziyaret eden İmparator Wilhelm, akça armudunu çok beğen diğinden, kendisine hediye olarak sandıklar dolusu akça arm udu gönderilmişti (Osmanoğlu 1984: 54).
Malatya'nın üzerine beyitler yazılmış elmaları ülkenin her yerinde makbul sayılan bir armağan olarak padişaha ve başka vilayetlerdeki ayan ve kibarlara yollanırdı (Evliya Çelebi 1996-200T IV, 16). Kırmızı, sarı ve yeşil renkli bu küçük lezzetli elmaların üzerlerine kağıttan kesilen beyitler daha ağaçtayken balmumu ile yapıştırılır; meyveler olgunlaştıklarında kabuklarında bu beyitler okunurdu.
Yaz aylarında meyve bahçelerine günübirlik veya bir süre kalmak üzere gidip eğlenilirdi. Bu gelenek, Beylikler döneminde de görülür, İbn Battuta, Denizli Hükümdarı Yenene Bey'in oğlu Murad Bey'in şehrin dışında bir bağda oturduğunu anlahr (İbn Battuta 1986: 16, 17; İbn Battuta 195} 427). Osmanlı padişahları da kiraz mevsiminde Çamlıca, Davud Paşa Çiftliği gibi yerlere giderlerdi (Atasoy 2002: 235 n.2). Edirne'de şehrin ileri gelenleri her akşam nehrin kenarlarında bulunan meyve bahçelerinde eğlenirlerdi (Montagu 1784: 158).
Meyve Saklama Yöntemleri
Meyveleri sadece yazın değil kış boyunca da yiyebilmek amacıyla çeşitli saklama yöntemleri kullanılmıştır. Armut, kavun, karpuz ve nar gibi meyvelerin kışlık çeşitleri asılarak taze kalmaları sağlanırdı (Dernschwam 198T 127). Evliya Çelebi, İstanbul yakınlarında bulunan Pazarköy'de (Orhan gazi) yüzbinlerce hevenk üzümün damlardan asılarak saklandığını, şiddetli soğuklarda donmamaları için bezir yağı kandillerinin yakıldığını, bu üzüm lerin İstanbul'a getirilerek sahldığını anlatır (Evliya Çelebi 1996-200T V 143-44). 1433'te Anadolu'ya gelen Frans ız Brocquiere bu üzümlerden yiyince lezzetine şaşırmıştı: "Bursa'ya yarım gün uzaklıkta bir köyde et ve üzüm verdiler.
Bu üzümler toplandığı günkü kadar tazeydi. Bu saklama yöntemi onların bir sırrıdır" (Brocquiere 1848: 330) Üzüm salkımları,'ezilmemeleri için "fota" denilen iki ucu açık fıçılar içinde pazara taşınır, bunlara "fıçı üzü mü" denirdi (Redhouse 1890: 1399, 1400). 16. yüzyılın ortasında elçi olarak İstanbul'a gelen Busbecq'in anlattığı bir başka yöntem, üzüm salkımlarını hardallı şıra içinde saklamak (Busbecq 192T 54).
Kurutmak da önemli bir saklama yöntemiydi ve kaynaklardan incir, üzüm, kayısı, kızılcık, elma, armut, dut ve erik gibi birçok meyve türünün kurutulduğu anlaşılmaktadır. 1453-1650 dönemi için Arif Bilgin saray mutfak belgelerinde kayıtlı kuru çeşitler arasında Mardin eriği, kiş niş üzümü, zerdali, Şam üzümü, armut, siyah üzüm, Hamid üzümü, kır mızı razakı üzümü, elma (oyulmuş olarak) ve İzmir incirlerini sayar (Bil gin 2004: 128-138, 212-15).
1640 tarihli narh defterinde kızılcık, Amasya eriği, Belgrad eriği, Larende kayısısı, Akşehir kayısısı, Na zilli inciri, lop inciri, kuru nar, kuş üzümü, sarıca incir, siyah üzüm, armud kakı, Şam üzümü kuru yemişler olarak kaydedilirken (Kütükoğlu 1983'. 95-9 6 ), Evliya Çelebi, hoşaf için kullanılan kuru meyveler arasında zerdali, Buhara eriği, Mardin eriği, Azerbaycan armudu, Arapkir dudu, İzmir üzümü, Tekirdağ vişnesi, Kocaeli elm ası, göğem eriği (bir yabani erik türü olan Prunus spinosa), İstanbul şeftalisi ve Çubuklu kızılcığını sayar (Evliya Çe lebi 1996-200T I, 250).
19. yüzyılın ikinci yarısında yazan Darüşşafaka Müdürü Binbaşı Hüseyin, çok miktarda kurutulmuş elma ve armudun Sapanca, Bigadiç, İnebolu, Cide gibi yerlerden İstanbul'a nakledildiğini, Amasya kuru eriklerinin İstanbul, Sivas, Erzurum, Trabzon gibi yerlere, Kastamonu üryani eriğinin İstanbul ve Avrupa'ya, Kütahya'nın meşhur kuru vişnesi nin İstan bul dahil ülkenin her tarafına, Aydın, İzmir, Saru han, Sakız, Lazkiye ve Nazilli'nin kuru incirlerinin torba ve kutular içinde İstanbul, Marsilya, Trieste, İskenderiye ve "Memalik-i Şahane' nin her ta rafına" yollandığını anlatır (Hüseyin 1888: 94-98).
İlginç bir saklama yöntemi de fırınlamaktı. Evliya Çelebi, küçük Trabzon hurması (Diospyrus lotus) ve Maraş narların ın fırınlarda kurutularak başka vilayetlere yollandığını anlatır. Kemah'ta ise hevenk üzümleri toprağa gömülerek taze tutulurdu (Evliya Çelebi 1996-20 0 T II, 53, 198; III, 94). Özellikle üzüm için turşu önemli bir saklama yönt emiy di (Bilgin 200+ 128).16
Ayşe Fahriye, farklı bir meyve saklama yönt emi tarif eder: sapları na ip bağlanmış üzüm, armut, elma ve narlar, dibinde delikler açılmış, tavandan asılmış bir karış derinliğinde bir tekneden sallandırılır; meyveler saplarıyla, teknenin dibine serpilen nemli ve ince kumdan nem alarak taze kalırlardı (Ayşe Fahriye r882-8r 336-37).·
ğine, Orta Asya ve İslam dünyası geleneklerinin de katılmasıyla Osmanlı bahçeciliği ileri bir hale geldi. 17. yüzyılın ortasında aşıcılık ve bahçıvanlık ayrı birer meslek koluydu, İstanbul'daki bahçelerde en az 50 bin profesyonel bahçıvan ve 500 aşıcı çalışıyordu (Evliya Çelebi 1996-2oor I, 229-264). Bıçkı, keser gibi aletler kullanan aşıcılar, marifetlerini göstermek için aynı asmaya yirmi tür üzüm veya aynı dut ağacına yedi sekiz çeşit dut aşılarlardı. Urla'nın bütün kahvehanelerini kaplayan dev bir asmayı anlatan Evliya Çe lebi, aşıcılıkta uzman olan bahçıvanların farklı üzüm çeşitlerini aşılama geleneğinden dolayı bu asmada 37 çeşit üzüm yetiştiğini belirtir (Evliya Çelebi 1996-2oor IX, 55).
Benzer şekilde Cezayir fatihi Murad Reis'in Rodos'taki türbesindeki asmanın üzerinde yetişen üzüm çeşitleri arasında parmak, tilki kuyruğu, hore, misket, zeyni, razakı, beğlerce, hüsami ve kudsi üzümü vardı (Evliya Çelebi r996-2oor IX, 131). Bunun gibi bir asma Macaristan'ın Kaşa kentinde de bulunuyordu (Evliya Çelebi 1996-2oor V, 24).
Anadolu'da asmalar ağaçlara, çardaklara sarılır veya sıralar halinde yetiştirilirdi. 16. yüzyılda Dernschwam, bu yöntemlerin faydasına değinip Avusturya'da bağlara asma dikmek için pek çok orman ziyan edildiğini söyler (Dernschwam 198r 146).
Türkiye'de üzüm bağları Avrupa'dakilere benzemiyor. Bazı yerlerde kolları yüksek ağaçlara uzanıp sarılmış asmalar gördük. Bunlar, eski Yunanlıların gelişmiş bağcılık tekniğini devam ettiren İtalyan asmalarına benziyor. Birçok düz arazide asmalar, muntazam sıralar halinde dir. Bu sıralar arasında köylünün sabanı ile toprağı rahatça sürebileceği kadar genişlik vardır. Bu aynı zamanda köylünün tarlasıdır. Düz olmayan yerlerde ormanlar bizdeki gibi karmakarışık olarak dikilmiş tir. Böyle olunca tabii sabanla sürülemiyor, asmaların arası iki kalın ve geniş dişi bulunan demir yaba ile (belle) belleniyor. Türkiye'nin her tarafında bağlar, böyle asmalar dikilerek yapılmış değil. Zira Tür kiye'de asma sardıracak ağaç hem az, hem de pek iyi değil. Avustur ya'da ise bağlara asma dikmek için pek çok orman ziyanedilmiştir.
Romalı yazar Yaşlı Plinius (MS 23-79) aşıdan bahseder ama çınara elma, karaağaca kiraz aşılanması gibi verdiği örnekler, bu konudaki bilgile rinin rivayetten öteye gitmediğini düşündürmektedir (Pliny the Elder 1855: V, 17. bölüm). Ancak ıo. yüzyılda bir Bizanslı tarafından derlenen Geoponti ka yazarının aşı konusunda verdiği doğru bilgilerin bir kısmı Bizans öncesi kaynaklara dayanmaktadır.
1570 tarihlerinde yazılan Revnak-ı Bustan adlı Osmanlıca bahçe bi limi kitabında, göz aşısı, yaprak aşısı, yarma aşı, zengir aşılama, filiz aşısı, kabu, aşısı (günümüzde çoban aşısı olarak bilinen aşı), çubuk aşısı ve kendi geliştirdiği bir aşı türü anlahldıktan sonra yazarı "ve nice türlü aşı vardır, bunlar yeterli, diğerleri boş laför" der. Ardından aşının uygulanacağı mevsimler gibi genel bilgiler verirken her detayın anlamayacağını, mut laka bir aşı uzmanından görerek öğrenmek gerektiğini söyler. Hangi aşı kalemlerinin saklamaya uygun olduğunu, uzun müddet saklamanın yolla rını, hangi aşıların uzun yola götürülmeye müsait olduğunu ve ne şekilde taşınacağını anlar (Önler 2000: 44-47).
Bitlis'te soğuk havalarda limon ve turuncun keçelerle korunması, bahçıvanlık bilimi sayesinde sert iklimlerde bile turunçgillerin yetiştirilebildiğini gösteriyor (Evliya Çelebi 1996-2007'. IV, 74) .
Saklama yöntemleri, meyve ticareti ve farklı mevsimlerde olgunlaşan çeşitlerin yetiştirilmesi gibi nedenlerle Osmanlı döneminde yıl boyunca mey ve yemek mümkündü. Özellikle turfandacılık bu açıdan önem taşımaktaydı. Dernschwam, İstanbul'da yüksek fiyata iri turfanda kirazların sahldığını anlatır (Dernschwam 1925: 126; Dernschwam 1987: 174). 1596 ilkbaharında Estergo n Kalesi'ni ele geçiren Macar askerler, Türk bahçelerinden turfanda meyve toplamışlardı (Takats 1958: 249). Haliç'in kenarında bulunan Tersane Bahçesi, turfanda sebze ve meyve yetiştirme konusunda meşhurdu ve bura da turfandacılıkta uzmanlaşmış bahçıvanlar çalışıyordu (Konyalı 1951: 662). Padişaha mahsus olarak Beylerbeyi, Çırağan ve diğer bazı saray bahçelerinde yetiştirilen turfanda meyve ve sebzeler le ilgili de çeşitli arşiv kayıtları bulunuyor.'7
Budama teknilderi de ileriydi. Gemlik'te ipekçilik için yetiştirilen beyaz dut ağaçlan, yaprakların kolay toplanması ve dondan korunması maksadıyla budanarak küçük kalmaları sağlanırdı. 179o'lı yıllarda Fransa hükümeti tarafından Türkiye'ye yollanan ziraat uzmanı Olivier, gözlediği bu budama usulünün Fransa 'da uygulanması gerektiğini söylemişti (Olivier 1801: II, 7). Fatih Sultan Mehmed'in saray bahçeleri için yüzbinlerce meyve ağacı ısmarlayabilmesi 15. yüzyılda fidancılığın da gelişmiş olduğunu göstermekte dir.
Nitekim, 15 53'te Bilecik-Bozüyük'te yetiştirilen armut fidanları, Bursa'ya götürülüp satılıyordu (Demschwam 198T 226). Arşiv belgelerinden 16. yüz yılda İstanbul'da padişaha ait saray bahçeleri ve has bahçeler için çok büyük miktarlarda gül, soğanlı çiçek, orman ve meyve ağacı siparişleri verildiği anlaşılıyor (Harvey 1976: 24). Örneğin 1593'te Edim e Sarayı bahçeleri için "dört yüz kantar kırmızı gül ve üç yüz kantar sakız gülü fidanı" ısmarlanm ıştır (Al tınay 1988: 9). Arşivdeki bu 19. yüzyılın ilk yarısına ait bahçıvan defterinde, saray bahçıvanbaşı Artin'den alınan birçok meyve çeşidinin kaydı bulunuyor.
Has bahçelerde yetişen me yve ve sebzelerin fazlası piyasada sahlarak padişaha yüksek miktarda gelir sağlanıyordu. Demschwam'a göre "sa lata, soğan, sarımsak, maydanoz, hıyar, havuç, pancar, kiraz, badem, armut, elma, erik, karpuz, kabak ve benzeri sebze ve meyveler" padişah adına satılıyordu (Dem schwam1987: 54-55).
Bahçe Meraklıları
1534 'te vefat eden kat'ı ustası Efşancı Mehmed, eşi benzeri olmayan çi çek ve meyveler yetiştirir, bahçesine İbrahim Paşa gibi zamanın ileri gelenleri, bilginleri gelir, şarap içip meyve yerler ve sohbet ederlerdi (Atasoy 2002: 73). Dostların bahçelerinde buluşup eğlenme geleneği, yüzyıllar boyunca sürmüş tür.19 . yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nda görevli İngiliz,_diplomat Sir Charles Eliot, Tür klerin en büyül< zevkinin bahçelerinde meyve ve seb ze yetiştirm ek, yaz ayların da dut ve ceviz ağaçlarını n gölgelediği çardaklarda dostlarıyla beraber kuzu çevirmesi yemek olduğunu anlatır (Eliot 1908: 93).
Bir diğer bahçe meraklısı olan 17. yüzyıl bestekarı Buhuri zade Mustafa Itri Efendi, ken di adını taşıyan Mustafa Bey armudunu yetiştirmiştir.' 8
Az miktarda olsa da hala yetişen bu armut, bir tarafı kırmızı bir tarafı beyaz, sulu ve tatlı bir yaz armududur. Mustafa Efendi'ye çiçek ve me yve m era kın dan dolayı Itri mahlası verilm iştir.
Bahçe sahipleri ve bahçıvanların aşı kalemlerini birbirlerine ver diklerini, bunları uzak yerlerden getirttiklerini arşiv belgelerinden öğreniyoruz. Örneğin, H. 1308 (1809) yılına ait bir belge, Kandiye'de yetişen akik adlı üzümün asma çubuklarının gönderilmesiyle ilgilidir.'9 Yukarıda bahsedilen 1847-48 tarihli bahçıvan defterinden anlaşıldığı üzere bahçenin sahibi Anadolu, Rumeli, Şam, Bağdat ve Lübnan gibi imparatorluğun her yerinden çelik, çubuk ve fidan getirtmişti. Bunların arasında Malta, Fransa, İngiltere ve Amerika kökenli olanlar da bulunuyordu.
Osmanlıda Meyve Ticareti
Anadolu'da ve imparatorluğun hüküm sürdüğü pek çok yerde önemli miktarlarda meyve yetiştirilir, taze veya kurutulmuş olarak uzaklara götürül erek satılırdı. Mardin'den kuru erik, İzmir'den üzüm, incir ve armut, Gemlik ve Bozüyük'ten nar, Beypazarı'ndan armut ve kavun, Maraş'tan nar, Sinop, Amasya, Gümüşhane ve Akşehir'd en elma, İnebolu'dan kuru elma ve armut, Lefke'den (Osmaneli ) ayva, Bursa ve Lapse ki'den karpuz, Lefke ve Edirne'd en ayva, Bursa'dan alıç ve koruk, Atina'dan üzüm, Yan bolu'dan anber baris (kadıntuzluğu), Vostica'dan kuş üzüm ü, Eğriboz'dan karpuz, Alanya ve Trablusşam 'dan muz sayılabilir (Bilgin 2004: 132-33,138, 140,161 [n.386], 207, 2II, 215, 222).
Şam'ın iri kuru üzümleri, fıshğı, kayısısı ve kurutulmuş armudu da meşhurdu. Sakız, İstanköy ve Midilli adalarından ise büyük miktarda turunçgiller temin edilir, saray helvahanesine limon, limon-ı frengi, mürek kep limonu, ağaç kavunu, turunç ve turunçgillerin çiçeklerinden hazırlanan çiçek suyu yollanırdı. Tonlarca limon suyu da bu adalardan fıçılar içinde İstanbul'a yollanırdı .2 0 16. yüzyılda İstanbul'da bulunan Hans Dernschwam ve Wenceslas Wratislaw, burada limon ve turuncun ucuzluğuna şaşırmışlardır (Wra tislaw 1862: 80; Dernschwam 198T 176). Turunç ; yalancı şahitlik yapanlara fırlatılacak kadar ucuzmuş (Türkiye'nin Dört Yılı t. y.: 94).
İstanbul'da nerdeyse her türlü meyve, turunçgiller dahil, yetişiyordu, fakat bu yüksek yerel üretime rağmen İstanbul meyveye doymuyordu. Taze meyve yüklü kayıklar geldiğinde şehrin üç bin yemiş satıcısı, limana üşüşüp malları kapmak üzere kavga ede rlermiş.21 Kışın bin kayık dolusu Gemlik narı İstanbul'a getiriliyordu. İstanbul'da, üç bin yemişçi ve manav dan başka, Tahtakale, Aksaray ve Ayasofya semtlerinde hediyelik meyve ve çiçek satan 80 dükkan vardı. Tophane ve Fındıklı da meyve satan pazarcıla rıyla ünlüydü (Evliya Çelebi 1996-200T I, 190, 263-64; V, 144).
Kabzımallar, İstanbul'a Gemlik, Kurşunlu, Gence, Umurbey gibi yerlerden toptan meyve getirip, yemişçilere satıyorlardı.22 Taze meyveler, nakil sırasında zedelenmemeleri için pamuklara sarılır ve kutulara yerleştirilirdi. İstanbul'a hediye gönderilen yüzbinlerce kutu Beypazarı armudu (Alıçkara armudu) ve Ohri ayvaları bu şekilde taşınırdı (Evliya Çelebi 1996 2007= II, 243; VIII, 329). 19. yüzyılın sonlarında Mihalıççık yakınlarındaki köylerde yabani olarak yetişen armutlar, büyük miktarlarda kavsara2 3 türü sepetler içinde getirilirken, Sapanca, Ankara, Beypazarı, Bilecik, Bozdoğan, Amasra, İnebolu, Cide, Estefan, Sinop, Canik, Amasya, Giresun, Tirebolu, Gümüşhane, Üsküp, Yomra ve Sürmene'nin sofralık elma ve armutları İstanbul'a getirilirdi (Hüseyin r888: 93-94).
Dışsatıma gelince, yukarıda gördüğümüz gibi, kurutulmuş kame reddin kayısısının Suriye ve Mısır'a ihracı 14 yüzyıla kadar iner (İbn Battuta 1953'. 418, 430). Şam'ın kuru erikleri ve Ege bölgesinin kuru incirleri antik dönemlerden itibaren Avrupa'ya ihraç edilmiştir.
Özetle; Osmanlı meyveciliği, meyve çeşitleri ve bahçecilik teknikleri açısından imparatorluk topraklarındaki Bizans ve ondan önceki dönemle rin mirasıyla, Türklerin Orta Asya mirasıyla ve İslam dünyasının mirasıyla beslenmiştir. Meyve sevgisi, ağız tadıyla sınırlı olmayıp, meyve yetiştirmek, meyve bahçelerinde oturmak, meyve armağan etmek gibi şekiller almıştır.
Kişilerin kendi sofraları için yetiştirdikleri meyvelerde en başka iç ve dış piyasa için ticari boyutta meyve yetiştirilerek karadan ve denizden uzaklara gönderiliyordu. Özellikle 16. yüzyıldan itibar en Osmanlıların Avrupa'nın bahçecilik bilimi ve meyveciliğine önemli katkılarda bulunduğu, kayısı örneğinde olduğu gibi Türkiye'nin gen kaynaklarına yaptığı katkı son yıllarda yapılan genetik çalışmalarca tespit edilmiştir (Faust 1998). 2006-2010 yılları arasında Muğla ilinde yürütülen Geleneksel Meyveleri Araştırma Projesi sırasında bulunan meyve çeşidi sayıları, Evliya Çelebi'nin elma, armut ve üzüm çeşitleri için verdiği yüksek rakamların abartılı olmadığını göster mektedir.24 Son yıllarda bu mirasın önemsenmemesi sonucu üryani eriği, bozdoğan armudu gibi geçmiş yüzyıllarda birçok değerli ve ticari öneme sahip meyve çeşidinin artık yok olma eşiğine geldiği görülmektedir.
Bu kitap hazırlanırken ıo . yüzyılda Bizans döneminde derlenen Geopontika veya bunun kaynaklarından faydalanıldığı anlaşılmaktadır (krş. Önler 2000, s. 52ve Dalby 2o23 r ).
2 Geoponika'ya göre yarma aşısı Roma döneminde, sapi deldirme aşısı da daha eskiden biliniyordu.Osmanlı döneminin "küp üzümü"nün aynı olabilir, bkz. Kütükoğlu, 1983; 95.
Demschwam, "Turuncun tatlı cinsi de var, ekşi cinsi de. Her ikisi de ucuz" diyor. "Tatlı turunç" portakal çeşidi olmalıdır. ilk portakalları. yüzyılda Akdeniz bölgesine getirilmiştir. (bkz. Janick 200 5, s. :ı8i,
5 Aktaş Yasa 1998: 65-66. Aynı kaynakta 13. yüzyılda Konya'ya gelen coğrafya? lbn -i Said'in "Billu.. sa zerdalisi pek su lu ve diridir " dediği bu "zerdali" kamereddin kayısısı olabilir.
Dr. Haşim Şahin'in sözlü olarak verdiği bilgi, Bilecik, Ekim 2010.
Salem ve Hegazi 1973: 123-126; http:// www.blogcu.com/kullanici/ondersaatci;egyptian-cusine• recipes.cam/.../qamar-el-din juice.html; h ttp:/ /ww.sentezhaber.com /-bir-ramazan-nostaljisi -ve-kuvey tin-ramazan %C3%2A2adetleri makalc,2999.html; www.buylebanese.com/browse.asp?sub ca t= (9 Nisan 20II).
Amasya miski elmasının aynıdır, bkz. Bilgin 2004: 213.
17. yüzyılda sa ray bahçelerine dikilen meyve ağacı fidanlarının önemli bir kısmı Bursa'dan getiri liyordu, bkz. Bilgin 2006.
11 Meyve adlarını gösteren bu dönemi kapsayan bir tabloda 12 meyve türü için 20 çeşit ada rastlanır.
12 Charles Perry e-posta, n Nisan 2orı.
13 Oxford English Dictionary, Oxford 20 0 2 (CD ROM ). "citrul" maddesi; Jo hn Florio, Quae-
14 Çizgili portakal Alanya'da yetiştiri len "d ilim li portak al" olabilir.
15 BOA, Yıldız PRK .EŞA 43/76; Yıldız EE 142/ 14; Yıld ız PRK.UM 47/ 52.
ı6 Örneğin, saraya Kızılcatuzla'dan razakı üzümü turşusu satın alınırdı.
17 BOA C.SM 6/257, C.SM 151/7559.
18 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,c.19, İstanbul 1999,"Itri Efendi, Buhı'.ırlzade" maddesi, s. 221. ÜSMANLI MUTFAK İMPARATORLUĞU
19 BOA Yıldız PRK.UM . 19/18 .
20 BOA C.SM. 74 / 3734, İE.SM 7/ 683.
24 "Meyve Mirası" adıyla yürütülen bu proje kapsamında, 125 armut, 97 incir, 90 üzüm, 82 badem, 30 elma, r8 erik çeşidinden başka birçok nar, zeytin, dut venarenciye türlerinin çeşitleri tespit edilmiştir (www.meyvemirası.org).