• Osmanlı Toplum Yapısı

Osmanlı Toplum Yapısı
*Aytekin Mert Çelik
 
ÖZET:
Klasik Çağ Osmanlı Toplum yapısı her alanı ile okumaya ve yazılmayı hak eden bir teşekkülde. Osmanlı yönetim şeklinden Osmanlı Aile yapısına kadar hatta ve hatta Osmanlı gündelik hayatını içerisine alan konu başlıkları devletin kendine has şifrelerinin ortaya çıkmasında yardımcı olacaktır. 
 
GİRİŞ:
Osmanlı Toplum Yapısı adlı çalışmamız, birbirinden mümtaz eserler incelenerek ortaya koyulmaya çalışılmış bir öz çalışmasıdır. Sadece akademik camiada değil halk arasında anlaşılması kolay bir üslup ile kaleme alınmıştır, çalışmamızın yeni bir akademik ürün olmadığını araştırmacılara bir kolaylık sağlamak esası ile yazıldığını hatırlatmak isterim, bu çalışma yapılırken faydalandığımız mümtaz kalemlere teşekkürü bir borç bilirim. 
 
1. Osmanlı Devleti’nin Toplumu Yönetme Felsefesi: 
 
Osmanlı’nın toplumu yönetme felsefesinde öncelikle bakmamız gereken konu, bu devletin hangi rejimi hangi sebeplerden ötürü tercih ettiğidir. 
 
Osmanlı Devleti, kendisinden önce gelen Türk devletlerinin kut  anlayışını benimsemiş, bu anlayışı İslam’ın içinde eriterek nasip anlayışına dönüştürmüştür. Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışının monarşi olmasının temel sebebi kut ve nasip anlayışından hareketle savunulmuştur hatta Tursun Beğ Tarih-i Ebul Feth adlı eserinde öncelikle devletin bir başının olması gerektiğini şu sözle dile getirmiştir. 
 
"Ve bu nev’-i şerif, bunca kemâlât ile, Fâil-i muhtâr ihtiyâriyle müdeni bi’t-tab vâkı’ olmıştur; ya’ni emr-i inti’âşında ve ahkâm-ı ma’âşında ictimâ’î –ki ana temeddün dirler ki, örfümüzce ana şehr ve köy ve oba dinilür-. Anı tabi’atten ister, ve nice istemeye ki yardımlaşmak içün birbirine muhtâçdur.’’  Yani burada Tursun Beğ’in bahsettiği konu şudur insanlar medenidir ve birbirleri ile yardımlaşmaya muhtaçtırlar. Ve bu düzeni sağlayacak bir otorite gereklidir. 
 
Yine Tursun Bey’in ifadesi ile bunun ne için padişah olması gerektiği aynen şu şekilde nakledilmiştir.’’ Ve eğer şöyle ki bu tedbîr ber-vefk-i vücûb ve kâ’ide-i hikmet olursa ana ehl-i hikmet siyâset-i ilâhî dirler ve vâzı’ına nâmûs dirler. Ve ehl-i şer ana şerî’at dirler, ve vâzı’ına şâri’ ıtlak iderler ki, peygamberdür. 
 
Ve illâ, ya’ni bu tedbîr ol mertebede olmazsa belki mücerred tavr-ı akl üzere nizâm-ı âlem-i zâhir içün, meselâ tavr-ı Cengiz Han gibi olursa, sebebine izâfet iderler, siyâset-i sultânî ve yasağ-ı pâdişâhî dirler ki, örfümüzce ana örf dirler ’’ yani esasında Tursun Bey burada şöyle demiştir bu düzenin sağlanması amacıyla tedbir gereklidir ve bu tedbir iki nasla konulabilir bu nasların başında siyaset-i ilahi ve siyaset-i sultani gelir,  Tursun Bey’in burada ifade ettiği satırlarda, Osmanlı’nın devlet yönetme felsefesinin sadece İslam kıstaslarının gözetilerek yapılmadığı ortaya koyulmuştur. 
 
Yine Osmanlı Devleti’nin yönetim felsefesinde değinmemiz gereken en önemli hususların birisinin başında Osmanlı Tarihi araştırmaları literatüründe Daire-i Adliye olarak geçen Adalet Çemberi dediğimiz kavram özellikle Osmanlı Klasik çağında devletin yönetiminin olmazsa olmazı idi.  Daire-i Adliye kavramını Osmanlı kroniklerinde Kınalızade’nin Ahlak-ı Ala-i adlı  eserinde aynen şu şekilde görmekteyiz.   
 
"Adldir mûcib-i salah-ı cihan; cihan bir bağdır dıvarı devlet; devletin nâzımı şeriattır; şeriata hâris olamaz illâ melik; melik zapteylemez illâ leşker; leşkeri cem edemez illâ mal; malı cem eyleyen reâyâdır; reâyâyı kul eder padişah-ı âleme adl.’’ Günümüz Türkçesi ile özetle Kınalızade şunu ifade etmektedir. 
 
"Cihanın kurtuluşu adaletle mümkündür, dünya duvarı devlet olan bir bağdır, devleti düzenleyen şeriattır, melik olmadan şeriat sağlanamaz askersiz hükümdar hakim olamaz mal olmadan asker olmaz malı toplayacak ise halktır, halkı padişaha kul edecek kavram ise adalettir. Yani bu ifadelerimizi daha da özetleyecek olursak Daire-i Adliye, Adalet, Asker, Hazine, Reaya ve tekrar Adalet etrafında şekillenir.  
 
Yine Osmanlı’nın yönetim felsefesini oluşturan diğer unsurlar, İşi ehline vermek, herkesin kendi işini yapması ve başkasının işine karışmasının önüne geçilmesinin sağlanmasıdır.  Osmanlı’nın kuruluş, yükseliş dönemlerinin gayet başarılı bir şekilde yürütülmesinin temel sebebi bu felsefe ile hareket etmeleridir, ayrıca risale yazarlarının kanun-i kadime dönüşten kastettikleri dönem Daire-i Adliye’nin uygulanabildiği dönemlerdir. 
 
2. Osmanlı Devleti’nde Yönetenler ve Yönetilenler:
 
Bir devletin teşkilat yapısına kavuşabilmesi için, sınıflara ayrılması lazımdı, Osmanlı Devleti’nde bir kast sistemi yoktu, Babadan oğula geçen bir kariyer planı da gözlemlenmemişti özellikle klasik çağda, her Osmanlı tebaası yönetenler sınıfına dikey hareketlilikle ve tabi ki padişahın onayı ile çıkabiliyorlardı. Etnik ayrımcılık da yapılmayan bu sistemde, devşirmelerin dahi sadrazamlığa kadar yükseldiği gözlemlenmişti. Yönetenler Osmanlı Devleti’nde üç sınıfa ayrılıyordu. 
 
2.1.  Yönetenler
 
Seyfiye: Kılıç ehli olarak da adlandırabileceğimiz veya Ehl-i Örfte denilen Acemi Ocağı ve Enderun Ocağından yetişen sipahilikten sadrazamlığa kadar yükselen zümrenin adıdır. Bir önceki başlıkta bahsettiğimiz Tursun Bey’in betimlemelerinden hareketle dinin ve padişahın koyduğu kanunları uygulamakla mükellef olan devlet ricalleridir. 
 
Seyfiye sınıfı üyeleri vergiden muaftırlar ve kazasker mahkemelerinde yargılanmak gibi imtiyazlara da sahiptirler. Seyfiye ve Reaya ilişkisi devlet otoritesinin sağlam işlediği zamanlarda gayet hassas bir şekilde korunmuş lakin sonraki dönemlerde o da diğer kurum ve ilişkiler gibi bozulmaya yüz tutmuştur. Halk kendisinden ağır vergiler toplayan bu sınıfı şikayet edebilmiş ve bu hususlar divanda kazasker mahkemelerinde görüşülmüştür.  
 
Seyfiye Sınıfı Üyeleri:
 
Sadrazam
Vezirler
Beylerbeyi 
Sancakbeyi
Subaşı
Kaptan-ı Derya 
Yeniçeri Ağası  
 
İlmiye Sınıfı:
 
Osmanlı devlet teşkilât ve teşrifatında seyfiye (askerî zümreler) ve kalemiye (bürokratlar) ile birlikte üç temel meslek grubundan biridir. Osmanlı ilmiye sınıfı, klasik ve yerleşmiş İslâmî eğitim kurumu olan medresede usulüne uygun tahsilden sonra icâzetle mezun olup eğitim, hukuk, fetva, başlıca dinî hizmetler ve nihayet merkezî bürokrasinin kendi alanlarıyla ilgili önemli bazı makamlarını dolduran müslüman ve çoğunlukla da Türkler’den oluşan bir meslek grubudur. 
 
İlmiye Sınıfı Üyeleri:  
Şeyhülislam
Kazasker
Nakibüleşraf
Saray Uleması
Dini Görevliler
 
Kalemiye Sınıfı: 
Kalemiye, bir teşkilât terimi olması yanında aynı zamanda bir sosyal statü ve kültür terimidir. XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı devlet görevlilerinin yaptıkları işler bakımından giderek birbirinden ayrıldığı, seyfiye, ilmiye ve kalemiye mensuplarının kendilerine has görevleriyle belirli bir uzmanlaşmanın ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. XIX. yüzyılda seyfiye terimi artık kullanılmayarak askeriye ve mülkiye şeklinde ikiye bölünmesiyle mülkiye ve kalemiye arasında ayrıca bir irtibat daha oluşmuştur. 
 
Kalemiye erbabının oluşmasında Dîvân-ı Hümâyun, maliye (defterdarlık) ve defterhâne bürolarının düzenli bir sisteme kavuşması önemli rol oynamıştır. Bu sınıfın yetişmesi ve kendine has özellikler kazanmasında büro içindeki eğitim yanında takip edilen meslek kitaplarının rolü büyüktür. Bu eserler seviyeleri ve sağladıkları bilgiler açısından üç kategoride değerlendirilmiştir. Birincisi yeni başlayanlara hitap eden meslek kitapları, ikincisi standart inşâ kitapları, üçüncüsü ansiklopedik nitelikteki eserlerdir. 
 
Kalemiye Osmanlı bürokratik geleneklerinin oluşmasında, resmî yazışma usullerinin ortaya çıkmasında, ihtiyaçlar doğrultusunda yeni kalem ve defter-evrak serilerinin ihdas edilmesinde rol oynamış, ayrıca dil, edebiyat, tarih ve coğrafya, sanat ve mûsikiye önemli katkılarda bulunmuştur. Tarihçilerin, vak‘anüvislerin, Osmanlı devlet idaresi ve ıslahatına dair eser yazanların birçoğu kalemiye erbabıdır. 
 
Kalemiye Sınıfı Üyeleri:  
Nişancı 
Defterdar
Reisül Küttap 
 
2.2. Yönetilenler Sınıfı (Reaya): 
 
İslâm dünyasında yönetici konumundaki askerî tabaka ile ulemânın dışındaki vergi mükellefi halkı ifade eden bir terim olmuş, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne haraç ödeyen gayri müslim tebaa için de kullanılmıştır. Osmanlılar’da reâyâ terimi en geniş anlamda seyfiye, kalemiye ve ilmiyeden oluşan askerî sınıf dışındaki bütün halkı kapsar. 
 
Bunların büyük çoğunluğu bütün vergileri öder, bir kısmı da bazı hizmetler karşılığında avârız ve raiyyet rüsûmundan muaf tutulur. Öte yandan kanunnâmeler ve siyasî düşünce eserlerindeki tasnif ve tanımlarda bazan “şehirli taifesi”nin reâyâdan farklı gösterildiği, reâyâ olarak çiftçi-köylülerin kastedildiği sezilmektedir. Kanunnâmelerde de reâyâ-şehirli ayırımını gösteren ifadeler vardır. 
 
Şehirliler çift vergisi ödemez, fakat şehir sınırında çift statüsünde toprağa tasarruf ediyorlarsa “itibar arzadır” ilkesi gereğince çift resmi öderler. Yerini yurdunu terkedip bir müddet şehirde kalanın şehirli kısmına katıldığı da kanunnâmelerde yer alan hususlardandır. Böyle farklı mânalara gelebilecek kullanımlar olmakla birlikte geniş anlamda reâyânın şehirli ve konar göçerler dahil asker zümresi dışındaki vergi mükelleflerini kapsadığı açıktır . 
 
Yani kısaca ifade etmek gerekirse Reayayı da sınıflara ayırmak mümkündür bu sınıflar, Şehirli, Köylü ve Esnaf olarak telakki edilebilir. Bir de gayrimüslim reaya vardır ki bunlar da yukarıda belirttiğimiz hususlara ek olarak Müslüman tebaadan ayrı bir zimmet hukukuna  tabidirler. 
 
3. Yerleşim Durumuna Göre Osmanlı Devleti: 
 
3.1.  Şehirlerde Yaşayanlar:  
 
* Askeriler: Devletin yönetim mekanizmasında yer alan bürokratlar. 
* Tüccarlar: Şehirde ticaret ile uğraşan esnaf ve zanaatkarlar. 
* Diğer Gruplar: Yabancı Tüccarlar, Seyyahlar, Köyden Kente Göç Etmiş İşsizler, Yabancı devlet ricalleri. 
 
3.2.  Köylerde Yaşayanlar: 
 
Çiftçiler: Bunlar dirlik sahiplerinden veya devletten aldıkları 50-150 dönüm arasında çiftlik denilen toprakları işlerlerdi. Ürün vergisi olarak "Öşür "veya "Haraç "vergisini öder, toprak vergisi olarak da Çift Vergisi'ni verirlerdi. Üç yıl  toprağını ekmeyen veya terkeden çiftçinin toprağı başkasına verilirdi. Bu takdirde bu kişiden Çiftbozan Vergisi adıyla bir vergi alınırdı.
 
Tımar Beyleri: 
Toprağını eken çiftçileri kontrol ederler ve denetimini sağlarlardı. 
 
Muaflar: 
Derbentçiler, emekli sipahiler, kalelerde görev yapanlar, din görevlileri, ilim adamları muaflar içinde yer alıyordu. Vergi vermezlerdi.
 
3.3.  Konar- Göçerler: Türk oymaklarının başındakilere Bey, Arap aşiretlerinin başındakilere Şeyh adı veriliyordu. Bunların devletle ilgili islerini Kethüda denilen yardımcıları yürütürdü. Hayvancılıkla uğrasan konargöçerler, devlete hayvan veya sürü basına Ağıl Resmi denilen bir vergi öderlerdi.
 
4. Osmanlı Toplumunda Sosyal Hareketlilik: 
 
Bu başlığı iki ana alt başlık şeklinde incelememiz konunun anlaşılması açısından daha faydalı olacaktır. Göç ve mevkisel hareketlilik yatay ve dikey hareketlilik olmak üzere ayrılmıştır. 
 
4.1.  Yatay Hareketlilik: 
 
Bir toplumun ülke coğrafyası üzerinde, köyden şehre veya bir bölgeden başka bir bölgeye gidip gelmesi ya da oraya göçerek yerleşmesine toplumun yatay hareketliliği denir. Bu hareketlerin bir kısmı kendiliğinden gerçekleşmiş, bir kısmı da devletin imar ve iskân politikası sonunda meydana gelmiştir. Yatay hareketlilik fethedilen yerlere doğru yerleşme şeklinde görülür. 
 
Osmanlı Devleti bu dönemde Balkanlar'daki Türk nüfusunu artırmak için yatay hareketliliği teşvik edici uygulamalar yapmıştır. Bu teşvik uygulamaları şunlardır: Bataklık ya da ıssız yerlere vakıflar kurmak yoluyla buraların ekonomik hayatını canlandırmış, insanların buraya yerleşmesini özendirmiştir. Fethedilen yerlere yerleşeceklere bir takım vergi kolaylıkları sağlanmıştır. 
 
4.2.  Dikey Hareketlilik: 
 
Bir sınıftan başka bir sınıfa geçmek veya bulunduğu sınıf içinde daha yüksek mevkilere gelmeye "Dikey hareketlilik "denir. Ortaçağ Avrupa'sının sınıflı toplumlarında ve Hindistan'daki "Kast "teşkilatının katı sınıfsal yapısında dikey hareketlilik yoktur. 
 
Osmanlı Devlet’inde "kan bağına "dayanan sınıfsal bir yapı olmadığından dikey hareketlilik yoğun bir şekilde görülür. Reaya statüsünden askeri statüsüne geçmenin, ya da bulunduğu mevkide daha üst kademelere yükselmenin üç temel şartı vardı:
 
Müslüman olmak, Devlet görevini en iyi şekilde yapmak, Padişaha mutlak itaat. 
 
5. Osmanlı Toplumunda Aile: 
 
Osmanlı Devleti’nin aile sayısı 4-7 arasında değişen sayıya mensuptur. Baba evin padişahı konumundadır ve idare sanatını bilmek mecburiyetindedir. Kazanmalı ve tutumlu olmayı da bilmelidir. Neslin devamı için evlenmelidir. Kadın iffetli olmalı ve evini koruyacak iradeye sahip olmalıdır. Tek eşli olmalıdır erkekte kadın da, ne kadar İslamiyet 4 eşliliğe izin verse de Osmanlı Şeriye Sicillerini incelediğimizde genellikle tek eşliliğin tercih edildiğini görüyoruz. Evlilikler kadının huzurunda veya imamın huzurunda olmalı erkek mehir vermelidir.  
 
6. Osmanlı Toplumunda Gündelik Hayat: 
 
Osmanlı gündelik hayatını, saray, şehir, köy ve göçebe gündelik hayatı olarak incelememiz konunun bütünlüğü bakımından daha doğru olacaktır. 
 
6.1.  Osmanlı Sarayında Gündelik Hayat: 
 
Saray, padişah ve ailesi ile sarayın iç ve dış hizmetinde bulunanların yaşadığı kendine özgü bir kapalı ortamdı. Harem valide sultanların, padişahların eşlerinin, ikballer ve şehzadelerin günlerini geçirdiği bir daire idi. Enderun gibi bir okul vazifesi gören Harem’de cariyeler 5-6 yaşından itibaren eğitim alıyorlardı. Kadın efendiler de diğer kadınlar gibi padişah tarafından davet edilmedikleri müddetçe huzura çıkamıyorlardı.  Saray da açık ve kapalı olmak üzere halvetler yapılır bazı Cuma günleri gezmeye çıkılır, bazı akşamlar adabında musiki törenleri düzenlenirdi. Saray bazen halka da açık olurdu, şenlikler, düğünler Cuma selamlığı gibi.  
 
6.2.  Osmanlı Şehirlerinde Gündelik Hayat: 
 
Müezzinin sabah ezanını okuması ile başlayan gün sabah namazı ile devam ediyordu. Kıyafetlerine özen gösterirler gayrimüslimler ve Müslümanlar farklı kıyafetler giyerler, kadınlar süslü olmasına rağmen sokakta süslü gezmezlerdi. Gündelik hayatın en önemli parçası ise yemekti, XV.  Asırdan sonra Anadolu’yu gezen seyyahlar Türklerin kanaatkar olduğunu ve çabuk hazırlanan yemekler yediklerini söylemişlerdir. Öğle vakti evlerine gidemeyenler yemeklerini dışarıda yiyorlardı.  Akşam yemeği ise evde yenirdi.  
 
Sudan sonra en çok boza şerbet vs. içilirdi. XVI. Asırda Anadolu’ya gelen kahve de çok yaygınlaşmış ve günlük hayatın bir parçası halini almıştı.  Şehirler ve iş yerleri ayrı yerdeydiler.  Kış yaz, Sabah ezanından başlayarak Akşam ezanına kadar çalışılır molalar öğlen ve ikindi vakitlerinde ezan okunduktan sonra verilir haftalık dinlenme günü cumadır ve merkez camilerde Cuma namazı kılınır.  
 
6.3.  Osmanlı Köylerinde Gündelik Hayat: 
 
Kadınlar ip eğriyip kumaş dokurken erkekler de derileri işliyorlardı. Gelir olarak kendi kendilerine yetmeye çalışıyorlardı. Köylüler gıdalarını kendi yetiştirdikleri hayvanlarından elde ediyorlardı. Köyde yaşayanların çoğu az da olsa etinden sütünden veya yumurtasından faydalandığı birkaç hayvana sahipti.  
 
Tarım işlerine göre köylünün yıllık takvimi belirlenir ve bu duruma göre planlarını yaparlardı. Köyde zaviyeler mevcuttu.  Kısacası onların da sabah namazı ile başlayıp akşam namazı ile biten, köy işleri ile uğraşan boş durmayan, üreten hatta ve hatta bugünün deyimiyle tabiri caizse organik olarak beslenen, bir duruma sahiptirler. Osmanlı Klasik Çağından sonra bozulmalar başladığında ekip biçmeyi bırakan köylüler şehrin yolunu tutmuşlardır.  
 
6.4.  Göçebelerin Gündelik Hayatı: 
 
Yaşadıkları bölgelere ve meşguliyetlerine göre köylülerden değişkenlik gösteren göçebeler yaylak ve kışlak arasında mevsimsel hareketli idiler. Genellikle hayvancılık ile uğraşıyorlardı.  Çadırlar kuruyor ve bunlara yurt adını veriyorlardı bunu da oldukça hızlı yapıyorlardı.  Hayvanlarının bakımları ile meşgul olurlar ve dokumacılık ile uğraşırlardı. Ordu sefere çıktığında bir nevi nakliyeci vazifesi görürler ve ordunun malzemelerini taşırlardı.  
 
7. Osmanlı Toplum Yapısında Bozulmalar: 
 
XVI. asrın sonlarından itibaren Osmanlı’nın her alanda bozulma durumu söz konusudur, ehliyetsiz devlet ricalinin makamlardan mansıp alması ve halka ağır zulümlerde ( iktisadi) bulunması halkı bezdirmiş, üretici üretmeyi, esnaf ticareti bırakır bir hal almıştır, köyden kente göçler hızlanmış toprak sahipleri ekmeyi bırakmıştır bu Osmanlı’da işsizliğin artmasına sebep olmuştur, devlet ricali tarafından lüks ve şatafatın tercih edilmesi, Avrupa’nın örnek alınması, mimariden, yönetime, gündelik hayattan, ev eşyalarına kadar her şeyi değiştirmiştir.  
 
Hepsi birbiri ile bağlantılı olan bu süreçlerde layiha bu bozulmaları haddinden fazla denilebilecek şekilde dile getirmiştir. Değişmeyen tek şey değişimdir sözü kendisini Osmanlı Toplum Yapısı nazarında bir kez daha kanıtlamıştır. 
 
SONUÇ:
 
600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu kuruluş ve yükseliş dönemlerinde muhafaza etmeyi başardığı daire-i adliye çemberi sayesinde halkını refah içerisinde yaşatmıştır. 
 
Osmanlı Toplum Yapısı, İslam dini ve Türk örfü birleşiminde kendisini ortaya çıkarmış ve gelenekçi bir yaşam tercih edilmiştir. Daire-i Adliye’nin bozulmasından sonra Osmanlı bütün kurumları ile gerilemeye başlamış ve XVIII. Yy’a gelindiğinde Avrupa’yı rol model almaya başlamıştır, gelenekçilikten yenilikçiliğe giden bu süreçte Osmanlı Devleti istediği başarıyı sağlayamamış ve bu durum da nazarımızca devleti yıpratmıştır. 
 
Günümüzün her devletine ekol olması gereken daire-i adliyenin muhafazasının sağlanamamasının 600 yıllık bir devleti dahi yıkacak bir neticeye varması ders almamız gereken bir konudur. Gerek kendi hayatımızın merkezinde vicdanımızla sağlayacağımız daire-i adliye gerekse devlet otoritelerinin halklarına karşı adaletle sağlayacağı bu kuruma yeniden hak ettiği değer verilmelidir. 
 
Has Aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR Not:
Sn. Aytekin Mert Çelik ' e ilgili çalışması için Teşekkür eder çalışmalarında başarılar dilerim.
 
* Aytekin Mert Çelik, Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü III. Sınıf I. Öğretim No 370365.
1 Tanrı tarafından hükümdara verildiğine inanılan yönetme hakkı ve gücü.
2 Tursun Bey, Târih-i Ebu’l-Feth, haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 12.
3 Tursun Bey, a.g.e. s.12,13.
4 Mehmet Öz,   "Klasik Dönem Osmanlı Siyasi Düşüncesi-Tarihi Temeller ve Ana İlkeler’’ İslami
Araştırmalar Dergisi XII/1, 1999 s.27.23.
5 Kınalızâde Ali, Ahlâk-ı Alâî, Kahire 1248, C.III s.49.
6 Mehmet İpşirli,  "Ehl-i Örf’’, TDV İslam Ansiklopedisi C.X s.519,520. 1994 İstanbul.
7 Mehmet İpşirli,  "İlmiye’’ TDV İslam Ansiklopedisi C. 22 s. 141,145, 2000 İstanbul.
8 Daha detaylı bilgi için bkz. Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi s. 247-279.
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, 1994 İstanbul.
9 Mehmet İpşirli,  "Kalemiye’’ TDV İslam Ansiklopedisi, C.24 s. 248-249. İstanbul 2001.
10 Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, a.g.e. s. 173-181.
11 Mehmet Öz,’’Reaya’’ TDV İslam Ansiklopedisi C.34 s. 490,493. 2007 İstanbul.
12 Sözlükte “bir kimsenin yüklendiği, ödemeye mecbur olduğu borç, alacak; himaye, sahip çıkma; antlaşma,
ahid” anlamlarındaki zimmet kökünden gelen zimmî (çoğulu zimem) “kendisine güvence verilen, koruma altına
alınan kişi” demektir. İslâm ülkesinde (dârülislâm) vatandaş olarak müslümanlarla beraber yaşayan başka din mensuplarına zimmî yanında ehl-i zimme de (ehlü’z-zimme) denilir. Zimme kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “verilen söz, antlaşma” mânasında iki yerde geçmektedir (et-Tevbe 9/8, 10). Hadislerde de zimmî yanında
“ehlü’z-zimme, zimmetullahi ve zimmetü resûlihî” terkipleri sıkça yer alır. Mustafa Fayda,  "Zımmi’’ TDV
İslam Ansiklopedisi, C.44. s. 438,440. 2013 İstanbul.
14 İhsanoğlu, a.g.e. s.471.
15 a.g.e.s.477.
16 a.g.e. s.484.
17 İhsanoğlu, a.g.e. s.484.
18 Daha detaylı bilgi için bkz. İhsanoğlu, a.g.e. s. 481,483.
19 a.g.e. 488,494.
20 a.g.e. s. 492,495.
21 İhsanoğlu, a.g.e. 496,498.
22 a.g.e. 498,499.
 
KAYNAKÇA
Ed. İHSANOĞLU, Ekmeleddin, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İslam Tarih,
Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, 1994 İstanbul.
FAYDA, Mustafa ’Zımmi’’ TDV İslam Ansiklopedisi, C.44. 2013 İstanbul.
İPŞİRLİ, Mehmet  "Kalemiye’’ TDV İslam Ansiklopedisi, C.24 İstanbul 2001.
İPŞİRLİ, Mehmet,  "Ehl-i Örf’’, TDV İslam Ansiklopedisi C.10 1994 İstanbul.
İPŞİRLİ, Mehmet,  "İlmiye’’ TDV İslam Ansiklopedisi C. 22 2000 İstanbul.
Kınalızâde Ali, Ahlâk-ı Alâî, Kahire 1248, C.III.
ÖZ, Mehmet,   "Klasik Dönem Osmanlı Siyasi Düşüncesi-Tarihi Temeller ve Ana
İlkeler’’ İslami Araştırmalar Dergisi XII/1, 1999
ÖZ, Mehmet,’’Reaya’’ TDV İslam Ansiklopedisi C.34 2007 İstanbul.
Tursun Bey, Târih-i Ebu’l-Feth, haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977.