Harem-i Hümayun
Hüseyin AKYÜZ
Giriş
Geniş coğrafyalara hükmetmiş hükümdarların yaşadıkları sarayları görerek onların orada nasıl bir yaşam sürdürdüklerini öğrenme isteği her dönem olmuştur. Hele ki bu durum yüzyıllar boyu 3 kıtaya hükmetmiş Osmanlı padişahlarının sarayları söz konusu olduğunda merak duygusu bir kat daha artmıştır.
Osmanlı Devlet’ inde “Harem” asıl adıyla “Darüs-Sâade” her dönem merak konusu olmakla birlikte, 16. yy. itibariyle etrafı yüksek duvarlarla çevrili bir mekân olan ve içerisine de sadece belirli görevleri olan erkeklerin dışında girişin yasak olduğu, bir de buna içeride bulunan birbirinden güzel cariyeleri de eklediğimiz zaman bu kurum tam bir sır küpüne dönmüştür. Böyle gizemli bir kurum karşısında da birçok yazar çoğu zaman bu kurumu, hayal ve fantezilerin süslediği bir yer olarak tasvir etmişlerdir.
Bu çalışma, kurumsal bir yapı olarak Harem'i Hümâyûn’u ve sahip olduğu sınıfsal düzeni çözümlemeyi amaçlamaktadır. Kökenleri çok daha eski tarihlere dayanmakla birlikte Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar 623 yıllık bir evrede önemli bir kurum olarak Harem’i ve içinde nasıl bir hiyerarşik yapıya sahip olduğu, bu hiyerarşik yapı içinde kişilerin statü ve rollerin nasıl şekillendiği, gündelik hayatın yanı sıra erkeklerin eğitim merkezi enderun gibi kadınlarında bir nevi eğitim merkezi olan Harem’de cariyelikten Valide Sultanlığa kadar yükselebilme şansı olan Osmanlı kadınının, özellikle saray içinde üstlendiği roller ortaya koyulmaya çalışılacak ve bu bağlamda konunun tarihsel bir değerlendirmesi yapılacaktır.
Harem Nedir?
Aslı Akkadca "örtmek, gizlemek, başkalarından esirgemek; ayırmak, tecrit etmek" manalarındaki haramu(m) olan harem kelimesi Arapça'da "korunan, mukaddes ve muhterem olan şey veya yer" anlamına gelir. Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak şekilde planlanan, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri bölümlere “harem” adı verilir. Saygısız davranışların menedildiği, daha çok ibadet amacıyla gidilen Mekke, Medine, Kudüs ve Halil şehirleriyle buralardaki kutsal mekânlara da “harem” denilir; kelime aynı zamanda "zevce" anlamını da taşımaktadır.1
Osmanlı Devletinde sarayların ve konakların hanımlara tahsis edilen bölümü ve selamlığın mukabili olan Harem, sarayın ve bütün devlet protokolünün en başta gelen bölümdür; çünkü harem padişahın evidir. Harem sadece Şark Müslümanlarına has bir kurum değildir. Çin, Hint, Bizans, eski İran ve hatta Rönesans İtalya’sı saraylarında da ailenin dışa kapanık bir bölümü vardır. Burada da kadınlar dışa kapalı yaşamışlardır. Ancak Osmanlı sarayında Harem bir kurumdur ve Enderun zaviyesinden bakıldığında, burası kadınlar için bir eğitim mekânıdır. 2
İslam öncesi dönemde evlerde hanımlara mahsus bir alan bulunması eski bir gelenektir. Antik Batı’da evlerin arka tarafında erkeklerinden dairesinden ayrı olarak Greklerin ve Romalıların evlerinde de “gynaikeion” (kadınlara ait) dedikleri bölümler mevcuttu.3 Hükümdarların resmi görevleri yanında günlük hayatlarını sürdürdükleri saraylarda da kadınlara mahsus kısımlar bulunuyordu. Bir Sümer tabletinde geçen, kısır kadının gönderildiği "kadınlarevi" muhtemelen bir haremi ifade etmektedir.4
Arkeolojik çalışmalar, Ahameniler'in Persepolis'teki (Parsa) krallık sarayında bir harem dairesi bulunduğunu göstermektedir. Yine Eski Ahid'de Yahudi kızı Ester'in hikâyesinde verilen bilgilerden de İran sarayının harem teşkilatı hakkında birtakım fikirler edinmek mümkün olmaktadır.5
İslam Devletlerin de ise harem; Araplar'da gerek yerleşik hayat sürenler olsun, gerekse göçebe ve bedeviler olsun evlerde kadın ve çocukların bulunduğu kısımla erkeğin misafirleriyle oturduğu kısım ayrıydı. Çadırlarda ve tek odadan oluşan evlerde mekânı bölen perdeye " hıdr" denildiği için Hz. Peygamber kadınlara hitap ederken zaman zaman "ya zevate’l-hudûr" (ey perde ehli) ifadesini kullanmıştır.6 ResuI-i Ekrem'in evlerinde de bu şekilde perde bulunmaktaydı. Kur'an'da, "Ey iman edenler! ...
Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman hicab arkasından isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz hem onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır." Ahzab suresi 33/ 53 mealindeki ayette yer alan "hicab" kelimesiyle içteki hıdr ve dış kapıdaki perde kastedilmiştir. Ayet evlerdeki harem bölümünün var oluş sebebini de ortaya koymaktadır.7
Buna bağlı olarak hadislerde ve sahabe tatbikatında da, kadınların mahremi olmayan erkeklerle bir arada bulunup görüşmesi veya kadınların cemaatle namaza iştiraki konusunda getirilen bazı ölçü ve düzenlemelerin yanı sıra, daha sonraki dönemlerde fetihler ve nüfus hareketlerinin İslam şehirlerini daha karmaşık bir hale getirmesi Müslümanlar arasında haremlik-selamlık denilen kadın ve erkeklerin ayrı mekânlarda bir araya gelmesi usûlünün yaygınlaşmasının ve kökleşmesinin de ana sebebini teşkil etmiştir. Ancak bu usûl, toplumun geniş kesimlerinde dini nitelikli bir görgü kuralı mahiyetinde iken büyük konaklarda ve saraylarda diğer bazı sebeplerin de etkisiyle kurumsal bir yapı kazanmıştır.8
Dört Halife döneminde bir yönetim binası anlamında saray bulunmadığından kadınları da kendi evlerinde kalıyordu. Bu sebeple bu dönemde bir kurum olarak haremden söz edilemez. Saray hareminin ilk defa Emeviler devrinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Ancak Abbasiler döneminde saray teşkilatı hiç şüphesiz daha fazlagelişmiş ve buna paralel olarak "harîmü dari'l-hilafe" adıyla anılan harem de kurumlaşmıştır.9 Sarayın harem kısmında hadım hizmetkâr kullanımı ilk olarak Emevi Halifesi I. Muaviye ile başlamış, haremin gelişmesi ve kurumsallaşması da Abbasiler döneminde olmuştur.
Bu süreç beraberinde kadınların devlet yöneticileri üzerindeki nüfuzunun artmasına sebep olmuştur. Abbasi’ler de bu durum özellikle ilk devirlerden itibaren hissedilmeye başlamıştır. İbn Tiktaka, Halife Muktedir döneminde harem nüfuzunun zirveye ulaştığını, devletin kadınlar ve hadımlar tarafından idare edildiğini söyler. Fatımi Devletinde haremdeki kadınların bir bölümü devlet işlerine yaptıkları müdahalelerle tanınırken bir kısmı da servetleriyle şöhret kazanmışlardır.10
Selçuklular'da ise hükümdarın "hatun" veya "terken hatun" denilen nikâhlı eşleriyle cariyelerinin yaşadığı haremin kendine has bir teşkilatı olduğu bilinmekte, ancak elde yeterli belge bulunmamaktadır. Selçuklu sultanlarının haremi hatunlarını, odalıklarını, onların hizmetçi ve cariyelerini içine alırdı. Hatunların kendilerine has divanları, şahsi iktaları ve emlaki vardı.11 Daha önceki dönemlerde olduğu gibi Selçuklularda da kadınlar devlet yönetiminde etkili olmuşlardır. Bu konuda Selçuklu veziri Nizamülmülk; Siyasetname'sinde saraylı kadınların, özelikle hatunların devlet işlerine karışmamaları tezini savunurken, onların kadın hacib ve hizmetçilerinin sözlerine göre hareket edeceklerinden endişelenir.12
Harizmşah Alaeddin Tekiş'in karısı Terken Hatun'un ayrı bir sarayı, kendine bağlı devlet erkânı, dilediği gibi harcadığı özel emlak ve akarı vardı. Memluk ve Babür saray teşkilatlarında da Selçuklu tarzına benzer uygulamalar görülmüştür. Babür haremindeki hizmetçi sayısının Ekber ve Evrengzib dönemlerinde 2000'i geçtiği, hareme seçileceklerin akıllı ve yetenekli olmasına dikkat edildiği bilinmektedir.13
Padişahın özel hayatının geçtiği yer olması sebebiyle de önemli bir kurum olan Osmanlı haremi konusunda da akla ilk olarak hakkında çok az bilgi bulunan Bursa Sarayı gelmektedir. Böyle bir saray mevcut olmuştur fakat haremiyle ilgili elimizde mevcut kaynaklarda hiç bir bilgi yoktur. Oysaki Bursa kütüğü ve şer’iye sicillerinde, Bursa Sarayına ait pek çok bilgi vardır. Ancak bu dönemlerde görkemden uzak saraylarda yaşayan Osmanlı padişahlarının haremleri herhangi bir Türk evindekinden pekte farklı olmasa gerektir.
Daha sonra sınırların genişlemesiyle birlikte saray teşkilatının da gelişmesine bağlı olarak ortaya çıkan Edirne Sarayı, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe ve Yıldız Sarayları ise haremin hem mimari hem de kuralları açısından teşkilatlandığı yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı sarayında kuruluştan itibaren olmakla birlikte kurumsal olarak teşkilatlandırılması Fatih Sultan Mehmed zamanında gerçekleşen harem, devlet yapısının geleneğine uygun olarak devşirme sistemiyle geliştirilmiştir. En alt kademe olan cariyelikten son mertebe olan ustalığa (hasekilik ve valide sultanlık hariç) yükselme birçok bakımdan Enderun’da ki terfi sistemine benzemektedir. Bu anlamda Enderun padişah, saray ve devlet hizmetini yürütecek erkeklerin, Harem de kadınların yetiştirilmesini sağlayan bir kurum olmuştur.14
XVI. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren saray haremiyle ilgili bilgiler kısmen çoğalmakta ve bu dönemin kroniklerinde de saraydaki hayat hakkında bazı ayrıntılara rastlanmaktadır. Altınay’a göre “Yıldırım Bayezid zamanında saray ahlâksızlıkları” başlamıştır. Sırp kralının kız kardeşi Mehliça, Yıldırım Bayezid’i zevk hayatının içine çekmiştir. Yıldırım’dan sonra Kanunî’ye kadar sarayda mazbut bir hayat devam etmiş, Kanunî devrinden itibaren saray kadınları imparatorluğun işlerine karışmaya, entrikalar çevirmeye ve içten içe imparatorluğu çökertmeye başlamışlardır.15
Özellikle Kanuni Sultan Süleyman'ın hasekisi Hürrem Sultan ve kızı Mihrimah Sultan'la başlayan, Valide Nurbanu Sultan ve Valide Safiye Sultan'la devam eden entrikalar ve bazı harem mensuplarının iktisadi ve ictimai faaliyetleri bu kurumdan sıkça bahsedilmesine yol açmıştır16. XVI. yüzyıldan sonra Osmanlı siyasi ve idari tarihinde olduğu gibi harem hayatı ve teşkilatında bozulma ve yozlaşma meydana geldiği genellikle kabul edilir. Bu durum, I. Ahmed'den başlayarak hemen bütün XVII. yüzyıl padişahlarının çocuk denecek yaşta tahta çıkmalarına ve uzun süre idareye hâkim olamamalarına bağlanır.17
XVII. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti her alanda bir duraklama yaşamaya başlamış ve bu durumda birçok faktörün yanında en önemlilerinden birisi de sarayda ki harem teşkilatı olmuştur. Ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemekle birlikte Osmanlı’da Edirne Sarayı’nın yapımı ile başladığı ve İstanbul’un fethinden sonra bir kurum haline geldiği anlaşılan harem kurumu ile ilgili karşımıza temelde iki problem çıkmaktadır.
Bunlardan ilki; haremde yaşayanların buradaki yaşayışlarını yazılı tarihe geçirmemiş olmamaları ve bu kurum ile ilgili bilgilerimizin çoğunluğunu 17. yüzyıldan sonra Avrupalı gezginler, büyükelçiler ve sarayda padişaha hizmet etmiş olan esirlerin anlattıklarından oluşan gerçek, söylenti ve fantezi karşımı eserlerdir. Diğeri ise bu kurum hakkında araştırma yapanların kendilerinden önceki yazılmış eserlerden etkilenmeleri olarak gösterilebilir.18
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar sır küpü niteliğinde olan ve her dönem bir merak edilen harem hayatı hakkında Batılı yazarlar pek çok hayali tasvir üretmislerdir. Harem kurumu denildiğinde en çok konuşulan bu konuların başında da cariyeler meselesi gelmektedir.
Cariyelik, Osmanlı Devletinde pek çok yönden yanlış değerlendirilmiştir. Hukuken kadın köle statüsünde olan cariyelerin esas kaynağı savaşlarda alınan esirlerdir. Bunlar Müslüman adap ve erkânı üzere yetiştirilir, kendilerine okuma yazma, dini bilgiler öğretilir, yeteneklerine göre musiki, biçki dikiş, nakış dersleri verilir ayrıca sofra hizmetleri öğretilirdi. 19 Acemilik denilen bu ilk dönemden sonra ilerleme gösterenler kalfa, usta seviyelerine yükseltilirdi. Haremde yüzlerce cariye olmakla birlikte bunların büyük bir kısmı hizmetçi idiler.
Padişah, cariyelerin içinden sadece birkaç tanesiyle ilgilenir, diğerlerini ne bilir ne de görürdü. Harem hakkında yapılan araştırmalar, bu konudaki Osmanlı uygulamasının genel olarak İslam hukukunun belirlediği sınırlar içinde cereyan ettiğini göstermektedir. Haremde hizmetçi statüsünde bulunan cariyelerin büyük çoğunluğu teşkil ettiği, esir statüsündeki cariyelerle padişahların onları azat ettikten sonra veya etmeden nikâh akdi yaptıkları, evlendikleri hür hanımlarla bunlar arasında herhangi bir hukuki fark bulunmadığı ortaya çıkmıştır. 20
İslam hukukuna göre, hür bir erkeğin, daha evvel evlendiği hür bir kadın yoksa ehl-i kitap veya Müslüman olan bir câriye ile evlenmesi, hür bir kadınla evlenme imkânı bulunsa dahi, sahih ve caizdir. Hür bir kadınla evli olan hür erkeğin bir câriye ile evlenmesi ise sahih değildir. Zira Hz. Peygamber, “Hür bir kadın üzerine câriye ile evlenmek sahih olmaz” buyurmuşlardır. Bu hususun uygulanmasında devlet yöneticisi ile sıradan biri arasında fark gözetilmez. II. Bâyezid döneminde tedvîn edilen Havâss-ı Kostantıniyye Kanunnâmesinde konuyla ilgili tatbikattan örnekler yer almaktadır.21 Padişahlar ayrıca ilk dönemlerden Fatih dönemine kadarki sürede hür kadınla evlendikleri zaman, aynı anda dörtten fazla kadınla nikâh akdi yapmamışlardır. Belki birisinin ölümü veya saraydan ayrılması üzerine besinci ile evlenmişlerdir.22
Cariyelikten gelen, güzellik ve yetenekleriyle padişahın gözüne giren haseki ve gözdeler, XVII. yüzyıla kadar genellikle Avrupalı savaş esiri cariyeler arasından çıkarken daha sonra Kafkaslardan gelenlerden seçilmeye başlanmıştır.
Harem teşkilatı ve oradaki günlük hayat hakkında yeterli bilgi bulunmadığından özellikle erken dönemler için bazı genellemelere gidilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Günlük hayata dair bilgiler daha çok XIX. yüzyıla, yani Batı tesirinin saraya ve hareme nüfuz ettiği döneme aittir. Yerli ve yabancı müellifler tarafından hakkında çok şey söylenmiş ve yazılmış olan Osmanlı hareminin altı yüzyılı kapayan bir dönemde İslam-Türk geleneğine uygun bir müessese olarak varlığını sürdürdüğü bir gerçektir. Harem bir tür mektep olmuş ve başlıca bilgi, görgü, usül, erkân, düzgün konuşma, güzel iş yapabilme esasları çerçevesinde çok disiplinli bir eğitim vermiştir.23
Harem Görevlileri
Topkapı başta olmak üzere diğer Osmanlı saraylarının işlevini, bugünkü anlamıyla üst düzey devlet yöneticilerinin konutları olarak görebiliriz. Devlet işlerinin yürütüldüğü aynı zamanda padişah ve ailesinin bütün hayatının geçtiği bu saraylar, haremlik ve selamlık olarak ikiye ayrılmış, girilmesi yasak olan harem kısmı kadınların ikametine tahsis edilmiştir. Bu yönüyle harem Osmanlı için cinsellikle tanımlanmış bir mekânı çağrıştırmaz.
Osmanlı haremi genel yapı olarak; Dârüs-Sa'âde Ağası ve Harem Ağalarının emri altındaki erkek kölelerin istihdam edildiği, içinde bir tek câriye bulunmayan, izin alınmadan burada çalışan tavaşilerden* kimsenin asıl hareme girmelerinin de mümkün olmadığı asıl harem kapısına kadar olan hareme “giriş bölümü”, Kadın Efendilerin, Şehzade haremlerinin, Padişahların ve Padişah ailesi mefhumu içine giren herkesin hizmetçisi durumunda olan “cariyelerin bulunduğu bölüm” ve asıl haremde yaşayan ve “Padişah'ın ailesinin yaşadığı, Kadın Efendiler, valide sultânlar, şehzade haremleri ve kendileri ile karı-koca hayatı yaşanan cariyelerin bulunduğu bölüm” olmak üzere üçe ayrılmaktadır.24
Bu açıdan haremin yapısı bir piramit gibidir. Her tabakanın kendine has nitelikleri vardır ve bir tabakadan diğerine geçmek kişisel özelliklere, eğitime ve ortama bağlıdır.
Osmanlı Padişahlarının hanımlarına ikbal, haseki, kadınefendi gibi isimler verilirdi. Kanuni dönemine kadar Osmanlı padişahları her ne kadar istisnaları varsa da Anadolu Beyleri, Bizans İmparatoru, Sırp ve Bulgar krallarının kızları ile daha çok dönemin şartları gereği siyasi evlilikler yapmışlardır. Osmanlı devlet idaresini her alanda yeniden tesis eden Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren sarayda yetiştirilen, eğitilen ve pek çoğunun etnik menşei tartışma konusu olan cariyeler ile evlilikler yaygınlaşmaya başlamıştır.25
Harem Topkapı Sarayında Divan avlusunun solunda, Divanhanenin arka kısmında yer alan, Haliç'e nâzır çeşitli sofalar, koridorlar, daireler, odalar, çeşmeler ve hizmet binalarından oluşan bir manzumedir. Haremin duvarları en değerli çini ve mermerlerle kaplı, kitabeler ve yazıtlarla süslü idi. Üzeri kubbe ve tonozlarla kaplıydı. Haremin efendisi padişah olduğundan buradaki hiyerarşi ve mevcut binaların konumu, tefrişi, mesafeleri hep hünkâr dairesi esas alınarak belirlenmiştir. Harem halkını ise hizmet edilen valide sultan, hasekiler, sultanlar ve şehzâdeler ile hizmet eden ustalar, kalfalar, cariyeler şeklinde iki grupta toplamak mümkündür. 26 Bunlara kısaca değinecek olursak;
1. Valide Sultan:
Padişahın annesi için kullanılan tâbirdir. Önceleri “hatun” kelimesi kullanılırken, Kırım Hanı Mengli Giray Han’ın kızı Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan ilk defa “sultan” ve “mehd-i ulyâ-yı saltanat” unvanlarını kullanmıştır. Ülke yönetiminde veziriazamın statüsü ne ise haremde de valide sultanların statüsü o idi. Ülkenin değişik yerlerinde “paşmaklık” denilen has gelirleri vardı.27 Valide sultanın herkesten üstün konumu harem kurumunun esasıydı. Haremde padişah ailesinin en önemli ve en güçlü kadını olan valide sultan Osmanlı Devlet tarihinde en yüksek maaşlı kişiydi.
Bu konuda Nurbanu Sultan’ın yani III. Murad’ın validesinin maaşının günlük 2000 akçe olduğu hatta III. Mehmet Nurbanu sultanın gelini ve halefi Safiye Sultan için bunu günlük 3000 akçeye çıkardığı Leslie P. Peirce’nin eserinde belirtilmiştir. Aynı dönemde bir şeyhülislamın günlüğünün 750 akçe olduğu göz önüne alınırsa valide sultanın önemi biraz daha anlaşılmış olacaktır.28
2. Hasekiler (Padişah Hanımları):
Osmanlı Padişahlarının hanımlarına haseki, ikbal, kadınefendi gibi isimler verilirdi. Hasekiler yani kadın efendiler, Osmanlı padişahlarının nikâh akdi olmadan karı – koca hayatı yaşadıkları cariyeleriydi. Padişahların birden fazla hasekisi olabiliyordu. Bu hasekilerden en gözdesi genellikle en büyük erkek çocuğun yani veliahttın annesi oluyordu. Bu kişiye Baş Haseki deniyordu. Yeni kadınefendi alındığında kendisine ayrı bir oda tahsis edilir, elbiseler ısmarlanır, haznedar usta ve kalfaları tarafından saray âdetleri öğretilirdi.
Maaş ölçütleri de dikkate alındığında haseki
Harem-i Hümayunda valide sultandan sonra en büyük statüye sahipti. Haseki; bir köle yani bir cariyeydi ancak aldığı maaş bakımından sarayda padişahın kız kardeşlerinden, halalarından ve hanedanın sultan kızlarından daha yüksek bir mevkideydi. Bunun sebebi ise potansiyel olarak bu hasekilerden birinin valide sultan adayı olmalarıydı. Bununla birlikte kural şuydu; bir kere haseki olunca hep haseki kalınırdı. Zira standart günlük 1000 akçe olan haseki maaşını II. Osman’ın hasekisi Ayşe Hanım, padişahın ölümünden sonra geçen 18 yıl boyunca bu maaşı almaya devam etmiştir. 17. yy. ortasına doğru ise hasekilerin önemini yitirdiği aldıkları maaşlardan belli olmaktadır.29
Bununla beraber padişahın haseki sıfatı taşımayan cariyeleri de mevcuttu. Ancak bunlar hasekilere nispeten daha az maaş alırlardı ve sarayın elit kısmı olarak görülmezlerdi. 17. yy. ortasına doğru hasekilik statüsü önemini kaybetmeye başlamıştı ve bu dönemden sonra ise haremde önem kazanan kısım ikballer olacaktır.
3. Sultanlar:
Padişahın kızları için Fatih Sultan Mehmed devrinden itibaren “sultan” unvanı kullanılmıştır. Sultanlar doğdukları anda deftere kaydedilir ve maaşa bağlanırdı. Evleninceye kadar ki hayatları haremde geçer ve hizmetlerinde cariyeler bulunurdu. Evlilik yaşlarına geldiklerinde ise Fatih devrine kadar Anadolu Türkmen Beyleriyle evlendirilenler olduğu gibi, daha çok Osmanlı devlet adamları ve onların oğulları ile evlendirilirler idi.30
4. Şehzadeler:
Osmanlı hükümdar sülalesinin erkek çocuklarına Sultan II. Murad devrine kadar “çelebi” denilmiş, daha sonra ise şehzade kelimesi kullanılmıştır. Hanedanın devamı olduğu için doğumları bir hatt-ı hümâyûn ile veziriazama bildirilir, keyfiyet topları atılmak suretiyle İstanbul’a ve memleketin her yerine ferman ile ilan edilirdi. Şehzade 5-6 yaşına gelince kendisine bir hoca tayin olarak merasim ile ders başlatılırdı.
10-12 yaşına gelip sünnet olmuş şehzadeye ise ayrı bir daire verilirdi. Şehzadeler devlet yönetiminde tecrübe kazanmaları için yanlarında lala denilen tecrübeli ve padişaha bağlı devlet adamı ile bir sancağa yönetici olarak gönderilirdi. Şehzadeler daha çok Amasya, Antalya, Kefe, Konya, Kütahya, Isparta, Manisa, Trabzon sancaklarına gönderilirdi. 31
5. Dârü’s-Saade Ağası
Haremde hizmet edenlerin en yüksek görevlisi Dârü’s-Saade Ağası (kızlar ağası) ile Bâbü’s-Saade Ağası (kapı ağası) gelmektedir. Bunlar hadım ağalar olup statüleri çok yüksekti. Osmanlı sarayında yaşayan hadımlar ak ve siyah ağalar olmak üzere iki kısma ayrılırlardı. Ak hadımlar Dârü’s-Saade ağası, siyah hadımlar da Bâbü’s-Saade ağası olurlardı. Harem de çalışanlar ise "ustalar", "kalfalar" ve "cariyeler" olarak üç gruba ayrılıyorlardı.
Dârü’s-Saade Ağası'na, kızlar ağası yahut siyah ağalar da denilirdi. Görevi, Harem-i Hümâyûn’un nezaretiydi. Bundan dolayı kendilerine harem ağası da denilirdi. Dârü’s-Saade ağası Osmanlı Sarayı'nın, Enderun ve harem halkının başı idi. Padişah haremini korumak, harem için gereken cariyeleri sağlamak, haremde bulunan cariye, usta, kalfa, ikbal ve hasekilerin terfi ya da cezalandırılmalarını padişaha arz etmek, sultanların (padişah kızları) nikâhlarında vekilliğini yapmak ve töreni idare etmek, Hırka-i Şeriflerde destimâlları vermek, sürre alaylarını düzenlemek, Haremeyn vakıflarını idare etmek gibi pek çok görevleri vardı.
Görevden azledildiklerinde İstanbul'dan ayrılır; Mısır'a gidip orada otururlardı. Burada kendilerine "azatlık" denilen bir maaş verilirdi. Genellikle padişah tahttan ayrıldığında, Dârü’s-Saade ağası da görevini bırakırdı. XVII. asırda Osmanlı'da yaşanan idari zaaflar sürecinde çok kuvvetlendiler. İmparatorluğun sonuna kadar varlıklarını korudular, saltanatın kaldırılmasıyla bu ocak da tarihe karışmıştır.32
6. Bâbü’s-Saade Ağası
Babü's-saade'yi bekleyen ak hadım ağalarının amirine denilmektedir. Kısaca kapı ağası olarak da adlandırılmaktadır. Macar, Alman, Slav, Gürcü ve Çerkez asıllı kölelerden temin edilirdi. İlk zamanlarda, sarayın ve haremin en büyük ağası idi. III. Murad, 1582 yılında haremin idaresini zenci darü's-saade ağasına bırakınca kapı ağaları eski durumlarını kaybettiler. Kapı ağası, Babü's-saade'nin sağ tarafındaki odada, ak ağalar ise onun karşısındaki odalarda yatıp kalkarlardı. Babü's-saade'yi bekleyen ak ağaların en önemli görevi, padişahın mabeyin daireleri ile harem dairesini korumaktı.
Bunun için, ilgililerden başka hiçbir kimseyi Babü's-saade'den içeri sokmazlardı. Sarayın en iyi korunan kapısı burasıydı. Bazı zamanlarda kapıyı koru yan ağaların sayıları 20- 30 kişiyi bulurdu. Kapı ağaları, padişahların savaşta, barışta ve camiye gidişlerde yanında bulunurlar, göçlerde ve ava çıktığı zamanlarda saraydan ayrılmazlardı. Eğer bir dış göreve atanırlarsa vezirlik payesiyle Mısır valisi olurlardı. Kapı ağasından sonra, başta haznedarbaşı olmak üzere, kilercıbaşı, saray ağası, saray kethüdası ve baş kapı oğlanı gelirdi. Bâbü’s-Saade ağaları kurum olarak imparatorluğun sonuna kadar varlıklarını korumuşlardı.33
7. Ustalar:
Harem teşkilatında çalışan cariyenin yükselebileceği en yüksek makam ustalıktır. Bu makama gelebilmek için işinin ehli olmak ve sadakat önemli idi. Ustalar doğrudan doğruya padişahın hizmetinde bulunmaktadırlar. Ustaların içinde en nüfuzlu olanı “hazinedâr usta”dır. Haremin başı valide sultanında yardımcısı olan hazinedâr’ı bizzat padişah seçerdi.
Hazinedâr usta bütün ustalar, kalfalar ve cariyelere hükmeder, yetişmelerine nezaret eder, haremdeki hazinelerin anahtarlarını taşırdı.
Hazinedâr ustadan başka; haremin teşrifat işlerine bakan Kethüda kadın, sofra hizmetlerini görenlerin başı Çaşnigir usta, çamaşırları yıkayanların başı Çamaşır usta, el yüz yıkama ve abdest almak için hizmet edenlerin başı İbriktar usta, kahvenin pişirilmesi ve kahve takımlarının korunmasına bakan kalfaların başı Kahveci usta, tıraş takımlarına bakan kalfaların başında Berber usta, padişahın kilerine ve kiler takımlarına bakan kalfaların başı Kilerci usta, kadınefendilerin ve ikballerin hamamda yıkanmalarına, giyinmelerine bakan kalfaların başı Kutucu usta, haremde bulunan hamamların yakılmasını sağlayan cariyenin başına Külhancı usta, bütün cariyelerin başı bulunan hazinedâr ustanın vekili olarak cariyeyi yönetmek üzere vekil tayin edilen Vekil usta, haremin disiplinini, teşrifat ve düzenini sağlayan Kâtibe usta, haremde hasta olan cariyelere bakan Hastalar Ustası;
bunun yardımcısı olan Hastalar Kethüdası, doğum ve çocuk düşürme işlerine bakan Ebeler, padişahın kızlarına ve şehzadelerine süt emzirmek için getirilen Dayeler ve padişahın çocuklarına bakan Dadılar vardı. Bu usta adıyla anılan kalfaların tamamı uzun entari giyerlerdi ve her birinin yeteri kadar maaşları vardı.34
8. Kalfalar:
Kalfa sarayda ve konaklarda cariyeler için kullanılan bir tabirdir. Kaynaklarda eskiden kalfa terimi yerine abla anlamına gelen “bula” terimi kullanılmaktaydı. Saraya alınan acemi cariyeler yetiştirildikten sonra kalfa olurlardı. Bu kalfalar güzellik ve iş bilirliklerine göre hünkâr, valide sultan, kadınefendi, şehzade ve ikbal dairelerine dağılırlardı.
9. Cariyeler:
Osmanlı Padişahları, Harem dairelerinde istihdam ettikleri veya karı-koca hayatı yaşadıkları cariyelere şer‘-i şerifin hükümlerini aynen tatbik etmişlerdir.
Osmanlı Hareminde Orhan Bey zamanından beri cariyelerin bulunduğu ve istihdam edildiği ifade edilmektedir. Ancak Haremdeki cariyelerin sayıca artması, Fatih döneminden itibaren başlar.
Zira Fâtih devrinde devlet idaresi devşirmelerin eline geçtiği gibi, Haremde de böyle olmuştur. Nasıl devşirilen erkekler, Enderun Mektebinde terbiye edilerek Osmanlı Devleti’nin askerî ve idari üst makamlarına yükselme imkânlarını elde etmişlerse, Harem Mektebine alınan cariyeler de zekâlarına, ahlaklarına ve güzelliklerine göre, evvela haremin hizmetçi statüsündeki grubu olan cariye, kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da Padişahlar tarafından seçilmeleri halinde Padişah ile karı koca hayatı yaşayan Gözde, İkbal ve Kadın Efendi ve neticede Valide Sultan pâyelerine kadar yükselme imkânlarına kavuşabilmektedirler.35 O halde harem mektebinde yetişen cariyeleri iki gruba ayırmak icab edecektir:
Birinci grup, asıl haremin ve padişah ile ailesinin hizmetlerini gören cariyeler grubudur ki, haremde sayıları bazen dört-beş yüze kadar ulaşan cariyelerin yüzde doksanını bunlar teşkil etmektedir. İkinci Grup ise, padişahın ailesi arasında yer alan gözdeler, ikballer ve kadın efendiler grubudur.
Haremin ve padişah ailesinin hizmetlerini ifa ile mükellef olan ve hizmetçi kadınlar statüsünde bulunan saray cariyelerini dört ayrı grupta toplamak mümkündür. Bunlar; acemiler, cariyeler, kalfalar, ustalar.
Saraya yeni alınan esir kıza "acemi" denir; acemilik döneminde kendisine ilkin İslamlık, Türk-İslam adetleri ve adabı, dikiş nakış, rakkaslık, hanendelik, sazendelik veya kıssa-hanlık, yani hikâye anlatma sanatı gibi bir sanat öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükseltilir.
Esnaf diliyle "şagirt" olur, sonra kalfa ve usta derecelerine geçer; "gedikli" denirdi. Cariyeler, içoğlanları gibi iki geniş odada yan yana yatarlar, her 5 kız arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli, doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir; onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerini görürdü. Hünkârın yatağına aldığı gedikli, “ikbal” veya "haseki" adıyla yüksek bir dereceye yükselirdi. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadınefendiler; Başkadın, İkinci Kadın diye kendi aralarında sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan her kadına bir daire ayrılır, yüksek bir gündelik tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki, ayrıcalık kazanırdı. Bu hiyerarşide her cariye kadının belli bir maaşı ve giysisi olurdu. Hünkâr kadınefendilerin elbisesi kürkle süslenirdi.36
17. yüzyıl ortalarına kadar saray hiyerarşisinde en üstte valide sultan sonra hasekiler, padişah kızları yer alır ve bunlar sultan unvanı ile anılırdı. 17. yüzyıldan sonra ise harem saray içerisinde iktidar mücadelesinin odak noktası haline gelmiştir. Valide sultanların saltanatı; Kanuni’nin hasekisi Hürrem Sultan başta olmak üzere Nurbanu, Safiye, Kösem ve Turhan sultanlar zamanında bir yüzyıl boyunca sürmüştür. Bu döneme hâkim olan haremin tarihi Osmanlı Devleti tarihinin gizli kalmış yanlarını anlamak bakımından son derece önemlidir.37
Harem İle İlgili İlk Bilgileri Verenler
Harem ile ilgili olarak verilen ilk eserlere baktığımız zaman bunların kaynaklarının Batılı yazarlar olduğunu görürüz. İlk olarak harem ve buradaki kadınlardan söz eden III. Murad'ın doktoru Dominieo Hieroso Limiano (1580-1590) olmuştur. Limiano, haremin bir plânını yapmış ve kadınlar dairesi, şehzadeler mektebi, şehzadelerin hapsedildiği yerler ve harem âdetleri hakkında bilgi vermiştir.38
Bundan sonra 1599 yılında İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in III. Murad’a gönderdiği org’u getiren ve sarayda bir süre kalan Thomas Dallam, I. Ahmed döneminde 1604-1607 yılları arasında İstanbul'da Venedik Elçiliği yapan Ottaviano Bon, 1723 yılında eserini yayınlayan Fransız seyyahı olan Aubry de la Motraye, tarihçi Hammer ve yaptığı gravürü gerçeğe en yakını tasvir ettiği kabul edilen Antoine İgnace Melling, 1791 yılında İsveç sefareti görevlisi Muradja d'Ohsson, İstanbul'da bulunduğu sırada hükümetten izin alarak Çinili Köşk, birinci avlu, mutfaklar ve avluları dolaşmış olan Fransız yazar ve fotoğrafçı Maxime Du Camp (1844-1845) harem konusunda eser bırakan kişilerdir.39
Bizde ise Haremi ilk kez görmek ve hakkında yazı yazmak fırsatı Abdurrahman Şeref Bey'e verilmiştir. 1908 ihtilâlinden sonra müsaade alarak Topkapı Sarayı'na giren Abdurrahman Şeref Bey, haremi görmüş dolaşmış, binalar, daireler, kadınlar, cariyeler, sehzadeler ve sultanlar hakkındaki makalelerini 1910-1911 yılları arasında Tarih-i Osmani Encümen-i Mecmuası'nda neşretmiştir.40 Bu konuda eser veren diğer önemli bir isim de Mecelle’nin yazarı, hukukçu, tarihçi ve aynı zamanda sosyolog olan Ahmet Cevdet Paşa'nın harem ve padişahlar hakkında verdiği bilgiler de dikkate değer niteliktedir.41
Sonuç
Bu yazının amacı Osmanlı Devletinin bilinmeyen ve en çok merak edilen konularından birisi olan Harem kurumunun nasıl bir hiyerarşik yapıya sahip olduğu, bünyesinde neleri barındırdığı, kökenleri ve bu kurum hakkında Osmanlı kaynaklarında yer alan ilk bilgilerin neler olduğu ele alınmıştır.
Ekler:
A Dance In The Harem - J.G. Delincourt
Antoine İgnace Melling - Harem
Hans Ludwing Von Kuefstein 1654 Türk Hareminde Bir Sahne
Henriette Browne - 1860 A Visit To Harem
John Fredrick Lewis 1805-1875 The Reception
Quintana Olleras 1851-1919 Haremden Görüntü
Rudolf Swobodanın 1914 tarihli Harem tablosu
Franscis Smith (1722- 1822) Kızlar Ağası Jean Baptiste Van Mour 18.yy Harem
1 Abdülkerim Özaydın, “Harem” DİA, C. 16, s. 132, Ankara 1997
2 Mustafa Alkan, “Osmanlı Merkez Teşkilatı”, Editör: Tufan Gündüz, Osmanlı Teşkilatı Tarihi El Kitabı, Ankara 2016, s.70
3 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 132
4 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 132
5 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 133
6 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 133
7 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 133
8 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 133
9 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 133
10 Muammer Ulutürk, “Osmanlıda Harem Meselesi”, Tefekkür Dergisi, S. 44, Mart 2011 (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html)
11 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 134
12 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 134
13 Abdülkerim Özaydın, a.g.mad. ,s. 134
14 Mehmet İpşirli, “Harem”, DİA, C. 16, s. 135, Ankara 1997
15 Ahmet Refik Altınay, “Kadınlar Saltanatı”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, C. 1, s.181, C.2, s.315, İstanbul 2000
16 Mehmet İpşirli, a.g.mad. ,s. 135
17 Mehmet İpşirli, a.g.mad. ,s. 136
18 Nilüfer Özcan Demir, “Osmanlı Devletinde Harem Kurumu”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Sosyoloji Konferansları, 28. Kitap, Üniversite Yayın No:4452, s.79
19 Muammer Ulutürk, a.g.m. (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html)
20 Ahmet Akgündüz, “İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Meselesi ve Osmanlı’da Harem”, OSAV Yayınları, İstanbul 2000 s.260
21 Ahmet Akgündüz, a.g.e. ,s. 311
22 Muammer Ulutürk, a.g.m. (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html)
23 Mehmet İpşirli, a.g.mad. ,s. 138
* Tavaşi: Hadım edilmiş
24 Muammer Ulutürk, a.g.m. (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html)
25 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 71
26 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 71
27 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 71
28 Leslie P. Peirce, “Harem-i Hümayun”, Çev. Ayşe Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 42 İstanbul 2002
29 İbrahim Yılmaz, “Osmanlı’da Harem” (http://www.girgin.org/ansiklopedi/osmalidaharem.htm)
30 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 73
31 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 73
32 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 76
33 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 77
34 Mustafa Alkan, a.g.e. s. 77-78
35 M. Çağatay Uluçay, “Harem II”, AKDTYK Yayını, s. 10-11, Ankara, 1971
36 Halil İnalcık, “Harem Bir Fuhuş Yuvası Değil, Bir Okuldu” s. 11, 1990 (http://www.inalcik.com/indexTr/halil_inalcik_makaleleri.asp)
37 Halil İnalcık, “Harem Bir Fuhuş Yuvası Değil, Bir Okuldu” s. 12, 1990 (http://www.inalcik.com/indexTr/halil_inalcik_makaleleri.asp)
38 M. Çağatay Uluçay, “Harem II”, AKDTYK Yayını, s. 17, Ankara, 1971
39 Muammer Ulutürk, a.g.m. (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html) 40 Bkz. “Abdurrahman Şeref; “Topkapı Saray-ı Hümâyûnu: Harem-i Hümâyûn Dâiresi”, İstanbul 1911/1329, Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası, (http://ktp.isam.org.tr/makaleosm/recordlist.php?http://ktp.isam.org.tr/makaleosm/recordlist.php?--skip=20& max=10&YazarEmekci=abdurrahman+%C5%9Ferefskip=20& max=10&YazarEmekci=abdurrahman+%C5%9Feref)
41 Muammer Ulutürk, a.g.m (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html)
Kaynakça
AKGÜNDÜZ, Ahmet, “İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Meselesi ve Osmanlı’da Harem”, OSAV Yayınları, İstanbul 2000 s. 260-262
ALTINAY, Ahmet Refik, “Kadınlar Saltanatı”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, C. 1, s. 181, C.2, s. 315, İstanbul 2000
ALKAN, Mustafa, “Osmanlı Merkez Teşkilatı”, Editör: Tufan Gündüz, Osmanlı Teşkilatı Tarihi El Kitabı, Ankara 2016, s. 70-83
DEMİR, Nilüfer Özcan, “Osmanlı Devletinde Harem Kurumu”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Sosyoloji Konferansları, 28. Kitap, Üniversite Yayın No:4452, s. 77-87
İNALCIK, Halil, “Harem Bir Fuhuş Yuvası Değil, Bir Okuldu”, s. 7-15, 1990 (http://www.inalcik.com/indexTr/halil_inalcik_makaleleri.asp)
İPŞİRLİ, Mehmet, “Harem”, DİA, C. 16, s. 135-138, Ankara 1997
ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Harem”, DİA, C. 16, s. 132-135, Ankara 1997
PEİRCE, Leslie P., “Harem-i Hümayun”, Çev. Ayşe Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 42, İstanbul 2002 ŞEREF, Abdurrahman; “Topkapı Saray-ı Hümâyûnu: Harem-i Hümâyûn Dairesi”, İstanbul 1911/1329, Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası, (http://ktp.isam.org.tr/mak(http://ktp.isam.org.tr/makaleosm/recordlist.php?aleosm/recordlist.php?--skip=20& skip=20& max=10&YazarEmekci=abdurrahman+%C5%9Feref)max=10&YazarEmekci=abdurrahman+%C5%9Feref)
ULUÇAY, M. Çağatay, “Harem II”, AKDTYK Yayını, s. 10-17, Ankara, 1971
ULUTÜRK, Muammer, “Osmanlıda Harem Meselesi”, Tefekkür Dergisi, S. 44, Mart 2011 (http://www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Osmanlida_Harem-955134.html)
YILMAZ, İbrahim, “Osmanlı’da Harem” (http://www.girgin.org/ansiklopedi/osmalidaharem.htm)